Hakkımda

Fotoğrafım
Çaylarınızı kapıp gelin ve sizinle güzelce bir muhabbet kuralım. Hayattan birazcık kopmaya hakkınız olsun değil mi? Bakmayın sayfamda çok aktif olamadığıma ama siz gelirseniz eğer, bu sayfamda daha çok aktif olmamı gereltirecek ve işte o zaman beraberce bir şeyler başarmış olacağız. Dikkat edin; biz diyorum, ben değil! Çünkü bu sayfayı ben oluştursam bile sizsiz hiç bir şey başarılı olamaz. Unutmayın ki, ilk başta ben bu sayfayı kendim için kurmuş olsam da, daha sonra paylaşacak kimsem olmadığı için bana hiç bir yararı olmadı. Bu yüzden size ve paylaşacaklarımıza ihtiyacım var. Haydi o zaman, daha ne bekliyorsunuz! Bir çay koyup gelin yanıma, daha paylaşacak bir çok şeyimiz var. :)
kitaplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitaplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Haziran 2019 Çarşamba

"EJDER KANADI" KİTAP ALINTILARI PART 2

  YİNE BİR ÇARŞAMBA VE YİNE BİR KISA YAZI GÜNÜ


Ejder Kanadı ve Rün Büyüsü
Selamlar Canlar...
Öncelikle hepinizin Ramazan Bayramı kutlu olsun... Büyüklerinizin ellerinden, küçüklerinizin de gözlerinden öptüğünüz kalabalık ve mutlulukla dolu bir bayram olsun. Bugün bayram olmasından dolayı ben de sizin vaktinizi çok almak istemiyorum ve bugüne ait sadece kısa bir yazı hazırlmakla yetindim.
Lafı fazla uzatmadan geçelim direkt koumuza...
Bugünkü konumuz; geçen ayın sonlarında Ejder Kanadı adlı kitabı okurken yarısına kadar olan alıntılarımı paylaştığım Part 1'in, Part 2'si...
Kitabı bitirdiğimize göre artık geriye kalan alıntıları da sizle payaşabilirim. O zaman başlayalım mı, dostlar?




Alıntı Defterim

  •  
  •  
  •  
  • ...soğuk, sevgisiz bir çocukluk; yaşamın bütün güzel hediyelerini açmış ve hepsinin pislik dolu olduğunu keşfetmiş bir çocuk.



  • "Ama bilinçsiz olarak ne kadar çok zarar verdik? Hep iyilik yapmayı kstederek. Tanrı olmadan, ama tanrıların gücüyle. Ama bilgelik olmadan."



  • "'Neden' tehlikeli bir şeydir," dedi Haplo. "Eski, rahat alışkanlıklara meydan okur; insanların düşünmeden, her ne yapıyorlarsa yapmaları yerine, yaptıkları hakkında düşünmelerine sebep olur. Halkının bundan ürkmesine şaşırmamak lazım."



  • "Benim fikrime göre asıl tehlike 'neden' diye sormakta değil, yegane yanıtı bulduğuna inanmakta," dedi Alfred, kendi kendine konuşurcasına.
  •  
  •  
  •  
  • "Sen kötüysen," dedi genç kız, ellerini koluna sararak, "planlarını dinlemeyi reddederek ve her seferinde dehanı köstekleyerek, bu dünyadır seni kötü yapan. Ben senin yanında yürürken, sana gün ışığını getireceğim."
  • İridal kendi kendisinin gardiyanıydı, utancıyla bağlanmış, korkusuyla esir edilmişti.



  • Ve önemseyiş, görünmez bir hapishanedir.



  • "Savaştan, insanların acı çekip öldüğünü görmekten ve bunların hepsinin sebebinin hırs ve nefret olduğunu görmekten tiksindik ve dünyayı terk ettik..."



  • "Tanrı olduklarına inandılar. İyi olanı yapmaya çalıştılar. Ama bir şekilde her şey kötüye gitti."



  • Zaten üstümüze çöken trajedinin sebebi, kendi haline bırakılması gerekeni kontrol etmeye çalışmamızdı.



  • Bu hücre yaşamından çok da farklı değil - soğuk, kasvetli, boş bir zindan. Duvarlarını kendim yaptım - paradan duvarlar. Kendimi içeri kapatıp kapıyı kilitledim. Kendi kendimin gardiyanı, muhafızıydım. Ve işe yaradı. Hiçbir şey bana dokunamadı. Acı, tutku, merhamet, pişmanlık - duvarları aşamadılar. Hatta para için bir çocuğu öldürmeyi bile düşündüm.

  • Ve sonra çocuk anahtarı ele geçirdi.



  • Ve önemseyiş, görünmez bir hapishanedir.

  • Belki de değildir. Belki de özgürlüktür bu.



  • Ben kötülük yaptım. Ama bana öyle geliyor ki, İridal, hiçbir şey yapmamakta da aynı derecede kötülük var.



  • Geg ne söylemesi gerektiğini biliyor, diye düşündü Haplo. Ama bir türlü bunu kabullenemiyor.



  • İçinde süren daimi savaşla, kendisini ve başkalarını tehlikeye karşı korumak için muhteşem güçlerini kullanma iç güdüsü ve böyle yaparsa yarı-tanrı olarak görülme tehlikesi arasındaki mücadeleyle başedemiyordu.



  • Onları öldüren ümitsizlikti. Şimdi hissettiği ümitsizlik gibi; büyük, boğucu bir hüzün. Tanrı olduklarını düşünmüş, tanrı gibi davranmışlardı ve gerçek tanrıları dinlemeyi bırakmışlardı. Sartanların düşüncesine göre, işler yolunda gitmemeye başladığında, dünya için en iyisinin ne olduğuna karar verme hakkını kendilerinde görmüşler ve buna göre davranmışlardı. Ama sonra başka bir şey aksamış ve müdahale edip düzeltmek zorunda kalmışlardı ve bir şeyleri düzelttikleri her seferinde, başka bir şeyin aksamasına sebep olmuşlardı. Kısa sürede bu görev başedemeyecekleri kadar fazla olmuştu; yalnızca bir kaç kişiydiler. Ve sonunda fark ettiler ki, kendi haline bırakmaları gereken bir şeyle uğraşmışlardı. Ama artık çok geçti.




'Ejder Kanadı' Alıntılar


MUTLULUKLA DOLU BİR BİTİŞ YAZISI


Ve yazımızın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Biliyoruz ki hepimiz, her şeyin bir sonu vardır. Ama şunu da biliyoruz ki, her sonun bir de başlangıcı vardır. Bu yazının sonu ama bir başka yazının da cuma günü bir başlangıcı olacak. Neyse ben buraya edebiyat kasmak için gelmedim; eğlenmek ve sizi de eğlendirmek için geldim. Çünkü bu hayattan sadece ben zevk alıyorsam o zaman bu hayatın pek anlamı kalmıyor. Ben hayattan aldığım zevkleri başklarıyla paylaşabiliyorsam işte o zaman gerçek mutluluğa ulaşıyorum ve sizle daha da çok mutlu oluyorum. Bu kadar mutlulukla dolu olduğuma göre de artık yazımı bitireyim ve siz de daha da çok mutlu olun, hayatınız ve ömrünüz mutluluklarla dolu olsun.
Kendinize ve sevdiklerinize iyi bakın canlar, seviliyorsunuz...
😘😘😘

29 Mayıs 2019 Çarşamba

"EJDER KANADI" KİTAP ALINTILARI PART 1

 ÇARŞAMBA = KISA YAZI GÜNÜ

Selamlar Canlar...
Ejder Kanadı
Bugün de yine karşınızdayım ve size çarşamba kısa yazı gününe uygun olan bir konu hazırladım. Bugün şu anda okuyor olduğum Ölüm Kapsı Serisi'nin ilk kitabı olan Ejder Kanadı'ndan okuduğum yere kadar sevdiğim alıntıları sizle paylaşacağım. Kitapla ve seriyle ilgili bilgileri daha önceki yazılarımda vermiştim ve o yüzden bu yazıda da onları yazıp tekrara düşmeyeceğim. Ama sadece, alıntılara geçmeden önce  ilk defa bu seri için yaptığım bir şeyden bahsedeceğim. Bu seriyle beraber kendime alıntı defteri yaptım. Evet, yanlış duymadınız! Kendime alıntı defteri yaptım. Ejder Kanadı'ndan sevdiğim alıntıları artık o deftere yazmaya başladım ve serinin bundan sonraki kitapları için de aynı şeyi yapacağım. Bu seriden başka kitaplar için de defteri kullanır mıyım? Bilmiyorum. Artık seri bitsin ondan sonra bunu göreceğiz. Zaten bu aralar çok işim olduğu için doğru düzgün kitap okuyamıyorum ama en kısa zamanda bu durumu düzelteceğim.
Neyse artık geçelim mi, alıntılara?
Buyurun bakalım...

Alıntı Defterim

  •  
  •  
  •  
  • "Her insan, suçu ne kadar iğrenç olursa olsun, itiraf etme ve böylece ruhunu temizleme hakkına sahiptir..."



  • ... -yalnızca eksikliklerinin üstesinden gelemeyen bir insan, dünyayı hiçbir eksikliği olmadığına ikna etme ihtiyacı hisseder-...



  • "Elbette ölecek! Masum bir çocukken ölmek ve insanoğlunun mirasçısı olduğu kötülükten kurtulmak bir nimettir. Zayıf kabuklarımızdan her gün arındırılması gereken kötülükten."



  • Masum bir çocukken ölmek ve insanoğlunun mirasçısı olduğu kötülükten kaçmak bir ayrıcalıktır.
  •  
  •  
  •  
  • Yaşam insanoğluna tesadüfen, gelişigüzel geliyordu. İnsanın seçeneği, seçme hakkı yoktu. Bu belirsiz armağandan sevinç duymak günah sayılıyordu. Ölüm parlak bir vaatti, mutlu bir özgür kalıştı.
  • Fakat ölümsüz örümcek Kader, görünmez ağlarını bu acayip insanların her birinin ruhuna dolamış, onları yavaş yavaş ve geri dönülemez bir biçimde birbirine yaklaştırıyordu.



  • Bu sefil hayatımızın her gününde fırtınayla savaşıyoruz! Ki onlar bizim gözyaşlarımız sayesinde lüks içinde yaşayabilsinler!



  • Jarre ile ben hep dedik ki, gerçek en önemli erdemdir, gerçeği aramak en öncelikli hedefimiz olmalıdır.



  • Başkalarını düşünme, merhamet, acıma -bunlar Patrynlerce erdem sayılmazlar. Patrynlere göre bunlar, doğalarındaki zayıflığı yücelterek örtmeye çalışan, daha düşük ırkların özellikleridir.



  • Kahverengi ve ölü kış, böğürtlen çalılarını zombilerin ellerine çevirmişti, uzun tırnaklarıyla uzanıp etlerini çiziyor, giysilerini paralıyorlardı.



  • Neden bir çocuğun hayatı, bir yetişkininkinden daha değerli olsun ki? Mantıksal olarak daha da az değerli olmalı, çünkü bir yetişkin toplum hayatına katkıda bulunur, ama bir çocuk, parazitten başka bir şey değildir.



  • "... Hayır, anladım ki, nefret insana, karşılayabileceğinden daha fazlasına mal olur."



  • Bu dünyada duygusal bağlılık ölümcül bir hataydı, acı ve üzüntü dışında bir şey getirmezdi.



  • "Ama benim ülküm hep barış olmuştur. İnsanların incinmesini hiç istemedim!"



  • "Kan, ayaklanmak, kurtulmak, almak," gibi sözcükler, Haplo'nun ayaklarının dibindeki köpek gibi hırlayarak üzerine atlıyorlardı. Belki onları duymuştu, hatta kendisi de tekrarlamıştı, ama onlar yalnızca sözcüktü. Şimdi onları sopa, cop ve taş olarak görüyordu.



  • "Her doğum acı, kan ve gözyaşıyla olur, hayatım. O güvenli, sessiz zindanından kurtulan bütün bebekler ağlar. Yine de, rahimde kalsa asla büyüyemez, asla olgunlaşamaz. Başka bir bedenden beslenerek yaşayan bir parazit olur. ..."



  • "Sözlerinin üzerimizde garip bir etkisi var. Onları duyuyorum, onları daima duyuyorum, ama kafamda değil, kalbimde."



  • "Ve sözler kalbimde olduğu için, onları mantıklı olarak değerlendiremiyorum sanki. ..."
  •  
  •  
  •  
 
Ejder Kanadı Alıntılar


ALINTILARLA İLGİLİ KISA BİR KONUŞMA


Umarım yukarıya bıraktığım bu alıntılardan kendinize göre anlamlar çıkarırsınız. Benim için hepsi üzerinde düşünülmesi gereken alıntılar oldu. Bazılarına katıldım, bazılarını eleştirdim ama yine de farklı bakış açılarını yakalamak benim için çok aydınlatıcıydı. Siz de umarım benim gibi bir şeyler kaparsınız bu cümlelerden.
O zaman ben lafı fazla dolaştırmadan sizi son bir kez daha alıntılarla baş başa bırakıp kaçıyorum.
Kendinize ve sevdiklerinize iyi bakın canlar, seviliyorsunuz...
😘😘😘

8 Mayıs 2019 Çarşamba

MERHABALAR... BUGÜN ACABA NELERLE GELDİM KARŞINIZA BİR BİLİN BAKALIM. BİLEMEDİNİZ Mİ? O ZAMAN BUYRUN YENİ YAZIMI OKUMAYA!!!

KISA YAZI GÜNÜ: ÇARŞAMBA

Merhabalar Canlar,
Bugün kısa bir yazı ile karşınıza geldim sayılır. Evet, bugün olan yazımız kısa olacak. Aslında yazmaya daha yeni başladığım için kısa olmasını umuyorum ve belirtmeliyim ki, bundan sonra çarşambaları ara ara yazı gelebilir. Eğer gelirse bunlar; kısa yazılar, kısa sohbetler olacak. Yani planlarım o yönde bakalım. Ayrıca da esas yazıları pazartesi ve cuma günleri paylaşmayı planlıyorum; haftanın başı ve sonu...

 TİLKİNİN DÖNÜP DOLAŞIP GELECEĞİ YER NERESİDİR?

Haydi o zaman lafı fazla dolandırmadan geçelim günün konusuna... Bugünün konusu kitaplar hakkında ufak bir sohbet olacak. Demeyin ama; "Döndü, dolaştı, yine kitaplara geldi olay diye!" Çünkü arada sadece kitaplarla ilgili yazacağım, ta ki siz bana kitaplarla ilgili daha çok yaz diyesine kadar. Bu konu da anlaştığımızı umuyorum.

 KİTAP, ÇİZGİ ROMAN VE BOYAMA KİTABI MI?

Böyle bir giriş yaptıktan sonra bugünün esas konusuna hep beraber geçelim o halde. Bugüne ait konumuz, benim mayıs ayı içerisinde aldığım (daha yeni yani) kitaplar... Aldığım bu kitaplar bu ayın ikisinde ve üçünde elime ulaştı o yüzden kendileri benim yeni yeni cicişlerim oldular. Kitaplar dediğime de bakmayın, aslında sadece iki kitap, bir çizgi roman ve bir tane de boyama kitabı aldım. Bundan sonra da eylül ya da ekime kadar kitap alışverişi yapmayı düşünmüyorum. Yani nerden baksanız dört, beş aylık süre demek bu da ama bu konuda kendime ne kadar hakim olabilirim hiç bilmiyorum. Ama artık kendimi de biraz frenlemeli ve elimdeki kitapları okumalıyım. Elimde yeterince (hiç bir zaman yeterince olmaz) kitap var zaten, o yüzden biraz sabır diyorum kendime. Sonuçta biraz daha kendimi kaybedersem kitaplar konusnda iyice açgözlü olmaya başlayacağım.

İLK VE SON (UMARIM) MAYIS ALIŞVERİŞİ: KİTAPLAR...

Mayıs ayında aldığım kitaplar diyoruz o zaman değil mi? peki, sıralamasını nasıl yapsak? Türlere göre mi yoksa aldığım yerlere göre mi? Aslında iki sıralamayı da kapsyan bir sıralama yapabilirim sanırım. İlk olarak aldığım kitaplar, sonra çizgi roman ve en  son da boyama kitabı... Aldığım yerlerde bu sıralamaya uyuyor. E o halde, hadi toparlanın millet; başlıyoruz...

ZEBRAMO ALIŞVERİŞİ

Bu ayın ilk alışverişini Zabramo'dan yaptım. Zebramo'yu bilenler bilir ama bilmeyenler için şöyle ufak bir açıklama yapayım. Zebramo, ikinci el eşya satan ve alan herkesin üye olduğu bir site. Oraya üye olup ister bir şeyler satabilir, isterseniz satılan ürünlerden alabiirsiniz de. Ben siteye kitaplar için üye oldum ve şu ana kadar da kitap dışında başka da bir alışveriş yapmadım. Ama güvenilir bir sitedir.

 İKİNCİ EL KİTAPLAR

Ben ikinci el kitap almaktan çekinmeyen birisiyim, yeter ki kitaplar okunamayacak kadar hasarlı olmasın. Çünkü kitap satan diğer sitelerden yaptığınız alışverişler de bile, kitapların az da olsa hasarlı gelme ihtimali söz konusu oluyor. Bu yüzden okunamayacak kadar hasarlı değilse kitap, bazı hasarları tolere edebiliyorum. Gelelim Zebramo'dan aldığım bu ayki kitaba; Parfümün Dansı...

PARFÜMÜN DANSI

Parfümün Dansı'nı uzun zamandır almak istiyordum. Bu kitabı okuyan, gördüğüm herkes, istinasız çok sevdiğini söyledi. Hatta çok sevmeyi geçin, aşırı sevdiklerini ve harika bir kitap olduklarını söylediler. Ben de bu kadar övgü alan bir kitabı almak ve okumak istedim tabi. Ama sorun şu ki kitabı hangi sitede ararsam arayayım uyguna bir fiyat bulamadım. Hatta bir kaç sitenin fiyatlarını karşılaştırdığım bir listede hazırladım. Onu sizle de paylaşayım burada.

Kitapyurdu: 29,12 TL
İdefix: 31,67 TL
İlknokta: 30,42 TL
Okuoku: 29,17 TL
Babil: 27,09 TL
Amazon: 30,40 TL
D&R: 32,50 TL
Arkadaş: 30,84 TL
BKM: 29,17 TL
Parfümün Dansı - Tom Robbins

Yani gördüğünüz üzere en uygun sitede bile bu kitap, 27 TL... O yüzden ben de, Zebramo'da biraz araştırdım ve orada, Parfümün Dansı'nı 15 TL + Kargo ücreti olarak buldum. Yani sonuç olarak bana bu kitap 19 TL'ye geldi ve en az 8 TL kardayım ve bu beni mutlu etti, canlar. Ayrıca kitap çok iyi geldi. Hiç bir hasarı ve kusuru yok. Sıfırından hiç bir farkı olmaksızın geldi elime... Yanda da gördüğünüz gibi, satıcı bana kitabın ayracını ve ek bir ayraç daha göndermiş. Ayrıca bu kitabın satıcısı olan Tuzla Sahaf'ı ben instagramda da takip ediyorum. Güvenilir bir satıcıdır, size de tavsiye ediyorum.
Parfümün Dansı'nın arka kapak yazısını sizinle burada paylaşmıyorum ama yukarıda bağlantısının bıraktığım sitelerin birisine girip oradan bu kitabın arka kapak yazısını okuyabilirsiniz. Bu konuyu da es geçmedim yani, sizin için. O zaman Parfümün Dansı konusunu burada bitirip sıradaki alışverişimize ve kitabımıza geçlim o zaman...

AMAZON (TÜRKİYE) ALIŞVERİŞİ

Evet, ikinci alışverişimi de Amazon'dan yaptım canlar. Amazon'dan yaptığım bu ikinci alışverişim zaten. Ama ilk seferinde de, şimdi de memnun kaldım. Fiyatları da genelde daha uygun oluyor. Özellikle ben daha önceki alışverişimde buradan, Zaman Çarkı Serisi'nin ilk kitabı olan, Dünyanın Gözü'nü, diğer sitelere göre daha indirimli almıştım. Neyse şimdi bunu boş verin de gelin neler aldığıma...

İSKEMLEDE BEŞ CESET

İskemlede Beş Ceset - Agatha Christie
Bir Agatha Christie romanı olan İskemlede Beş Ceset'i aldım. Ben Agatha okumayı severim dostlar. Gerçi çok uzun zamandır okuduğum bir yazar değil, sanırsam 2017 yılında okumaya başlamıştım. Ama gördüğünüz gibi, sevdirdi kendini...
Agatha'nın kitapları gerilim dozu çok yüksek olmayan polisiye kitaplardır. Polisiye seviyorsanız kesinlikle okumanız gereken bir yazar. Dili sade ama kurguları o kadar kuvvetlidir ki, sizi kendine hayran bırakmama gibi bir durum söz konusu değildir. Şu ana kadar yalan söylemiyim ama dokuz kitabını okudum ve bu az. Çünkü yazarın ellinin üstünde kitabı bulunuyor ve Agatha'yı okudukça da okumak istiyorsunuz.
İskemlede Beş Ceset ise, Amazon'daki sepetime kargo ödememek için eklediğim bir kitap oldu. Hem Agatha'yı sevdiğim için, hem de kargo ödemeyeceğim için, bir taşta iki kuş vurmuş oldum. Zaten bu kitapta okumak istediğim Agatha Christie kitapları arasındaydı. Sırf bu yazarı sevdiğim için, yazdığı kitap sıralamasını buldum ve ona göre okumaya çalışıyorum. Genelde bu sıralamaya sağdık kalamıyorum ama olsun, sonuçta hikayeler birbirine bağlatılı değil.
Son olarak size, İskemle'de Beş Ceset'in arka kapak yazısını bırakıyorum.

Herkes tarafından sevilen Dr. Morley'in intihar etmesi için nasıl bir sebep olabilirdi? Duygusal çelişkiler içinde değildi, parasal ve gönül sorunları da yoktu. Hercule Poirot ile neden buluşacaktı? Meraklı dedektiff bu intihar hikayesine inanmamıştı. Doktorun hastalarının, ortaklarının ve dostlarının ifadelerini almaya başladı. Sonuçta korkunç bir gerçekle karşılaştı, Dr. Morley ne ilk, ne de son kurbandı...

TAHT OYUNLARI ÇİZGİ ROMAN - CİLT 1

Taht Oyunları ÇR Cillt 1
Evet, kitaplar burada bitti ve sırada aldığım çizgi romana geldik; Taht Oyunları... Taht Oyunları'nı severim arkadaşar, çoğu kişi gibi ama kitaplarının içinde aşırı bilgi yüklemesi var ve araya zaman girince unutulabilme olasıkları çok yüksek. O yüzden yazarımız, George R.R. Martin, devam kitaplarını ne zaman yazarsa o zaman seriyi tam anlamıyla okumaya başlayacağım. İşte şimdilik, dizisi ve artık çizgi romanıyla idare edeceğim. Bu arada dizi mükemmel gidiyor. İzlemediyseniz bir an önce izleyin derim.
Çizgi romana gelecek olursak, ben çizimlerine bayıldım ve şu, kitap almama hedefim biter bitmez çizgi romanlarının devam ciltlerini de alacağım. Şu an piyasa da, döört cildi mevcut. Kalan ciltleri çıkaracaklar mı? Bilmiyorum canlar ama umarım çıkarırlar. Ben bu çizgi romanları kütüphaneme eklemek istiyorum. Yani bence bu kitapların da kütüphanemde olması gerekiyor gibi geliyor bana. Zaten kitap olarak da, dizi olarak da bu seri efsaneler arasında ve çizgi romanları da bir efsaneler arasına girmese de, bunların da kötü olacağını sanmıyorum.

TAHT OYUNLARI BOYAMA KİTABI

Taht Oyunları Boyama Kitabı
Artık alış verişimizin sonuna geldik. Son olarak yine Amazon'dan ama farklı bir satcıdan aldığım, Taht Oyunları'nın boyama kitabına geldik ve evet bununda kütüphanemde bulunmasını çok istiyordum. Ben bu kitabı boyar mıyım yani bu kitaba kıyabilir miyim? Bilmiyorum. Şahsen Harry Potter'ın da boyama kitabını aldım ve onu hiç bir zaman boyayacağımı düşünmüyorum. Ama Taht Oyunları'nın boyama kitabı biraz farklı. Sayfalara şöyle bir göz gezdirdim. Kimisi gerçekten boyama için yapılmış sayfalar ama kimisi de karakalem çalışması gibi duruyor, yani pek boyamalık gibi değil. Bu halleri daha güzel gibi, boyayınca kötü olacak gibi duruyor. Ama olsun, sonuçta ben bunu kütüphaneme eklemek istiyordum ve ekledim. Sonuçta bunlar benim için koleksiyonluk ürünler ve ben de bulunmasını istediğim ürünler. Tabi ki, gönül isterdi ki daha iyi olsun, daha güzel görünsün ama bence çok da kötü değil. Sadece boyama kitabı yapmak için biraz kendilerini zorlamışlar gibi duruyor o kadar...

UZUN MU OLDU, KISA MI?

Sonunda yine bir yazımızın daha sonuna geldik canlar... Kısa olsun dedim bu yazı için ama yine dilimin (daha doğrusu, bu durumda klavyemin) kemiği olmadığı bir kez daha kanıtlanmış oldu. Neyse, en azından bitiş paragrafını uzatmayayım da oradan kurtarayım kendimi.
Son olarak size şunu söyleyeyim ki pazartesine gelecek olan yazımın konusu daha önceki yazılarımdan biraz farklı olacak. Ona göre beklemede kalın ve sakın unutmayın; kendinize ve sevdiklerinize iyi bakın, canlar... 😘😘😘

6 Mayıs 2019 Pazartesi

BİRİSİ YALNIZLIK MI DEDİ? HAYIR MI? O ZAMAN PARDON, YANLIZLIK DİYEN BENMİŞİM.

SUÇUM KANITLANANA KADAR SUÇSUZUM HAKİM BEY!

Merhabalar Dostlar, Canlar;
Bu blog işini yavaş yavaş düzene alabiliyorum sanırım. En azından bunun için tam anlamıyla artık çaba sarfediyorum. Gerçekten bunun için artık beni suçlamayın ama ne zaman burayı aksatsam size beni suçlama hakkını tekrar verdiğimi de bilin lütfen! 💗💗💗

YALNIZLIK MI?

Bugün ise, sizlerle biraz yalnızlık üzerine konuşalım istedim. Malum, gittikçe insanlar birbirinden daha çok uzaklaşıyorlar, kopuyorlar ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak da yalnızlaşıyorlar. Ben de çok dışa dönük bir yapıda değilimdir. Zaten oturmuş evinde, bilgisayarını açmış, kendi kendine bir şeyler yazan bir insan çoğunlukla dışa dönük değildir.

YALNIZLIK BİR TERCİH MESELESİ Mİ?

Ama beni yanlış anlamayın, ben bu durumu yani insanlardan kopma mevzusunu kendim istiyorum. Anlayacağınız bu benim tercih ettiğim bir durum. Yoksa insanlarla iletişimim kötü değildir, gayette sıcak kanlı, cana yakın bir yapım vardır. Sadece bazen o kadar acımasız şeyler oluyor ki, kendi dünyamın daha iyi olduğunu düşünmeden edemiyorum. Çünkü benim dünyamda her şey parlak, her şey renkli, her şey gülmek ve mutlu olmak üzerine kurulu. En ufak bir şeyden bile mutlu oluyorum. Bu benim yapım değil, böyle olmasını istediğim için böyle oluyorum. Yani akıllara burada şöyle bir soru geliyor; "yalnızlık tercih meselesi mi?" Ben bu soruya direkt; "Evet," yanıtını vermiyorum canlar. Çünkü bu yalnızlık bazen tercih meselesi olsa da (tıpkı benim durumum gibi), bazen de bu yalnızlık konusunda tercih hakkınızın olmadığı da olabilir, diye düşünüyorum. Çünkü bazen hayat şartları insanları yalnızlığa itebilir ve bu insanlar bunları kendisi istemiyor da olabilir. Neyse bu konuyu daha fazla irdelemeyecağim. Çünkü tercih veya değil, yalnız kalmak başlı başına büyük bir sorun bence...

 BENİM DÜNYAM NELERDEN İBARET Kİ ACABA?

Ayrıca yalnız olmayı kendim tercih etmeme rağmen, benim dünyam nelerden ibaret ki? İşte, ilk başta kitaplarım var. Sonra, filmler ve diziler var. Animeler var, mangalar var, çizgiromanlar, çizgi filmler var. Bunlardan hariç yazmak var. Evet, yazmak... En çok sevdiğim şeylerdendir. Ayrıca unutuyordum, mandala sanatı da var benim dünyamda. Bunların yanında ailem, dostlarım ve hayvanlarım var.  Yani kısaca benim dünyamda; huzur var dostlar, huzur...

YALNIZLIK TA BİR YERE KADAR, YA SONRASI?

Ama yine de gördüğünüz gibi yapayalnız olmuyor insan. Çünkü insan sosyal bir varlık... Sürekli bir şeyler paylaşma, bir şeyler anlatma, dinleme ya da konuşma gibi sosyal gereksinimleri olan bir tür ve biz ne kadar bu sosyal yanımızı törpülemeye çalışsak da olmaz, olmuyor. Çünkü eğer gerçekten yalnız kalırsak sonunda insan olmaktan çıkar ve insan olmanın en önemli özelliğini -akıl sağlığını- kaybederiz. 
Aşağıya bu konuyla ilgili bir alıntı bırakıyorum, buyrun okuyun.

"Daha kaldığı yere on beş dakikalık mesafedeyken, şurada yakındaki ormanın kenarında bile kendini terk edilmiş hissediyordu. Yalnız ve çaresiz kaldığından beri her şey gözüne daha farklı, düşmanca ve çirkin görünüyordu. Daha dün çevresinde kardeşçe fısıldayan ağaçlar şimdi bir anda tehlikeli bir karanlık gibi etrafını sarmıştı. Karşılaştığı her şey yabancı ve ürkütücü geliyordu. Bu koskocaman, bilinmedik dünyanın karşısında yalnız olmak çocuğun başını döndürüyordu. Hayır, bunu henüz tek başına kaldırmaya hazır değildi. Fakat kime sığınacaktı? "

Yukarıdaki alıntı daha yenice okuduğum Stefan Zweig'in Yakıcı Sır adlı hikayesinden bir alıntıdır ve yalnız olmayı çok iyi betimleyen bir pasaj olduğu için bu yazımda sizinle paylaşmayı uygun buldum.

Alıntının orijinal kitabı; Yakıcı Sır...(Bu kitaptan başka bir alıntıyı da instagram hesabım üzerinden paylaşmıştım. O alıntıya da kitap ismine tıklayarak gidebilirsiniz.)
Bu alıntıda bahsedilen karakter on iki yaşındaki bir çocuk sadece ama, bazen insan kendini ciddi anlamda yalnız hissettiğinde de böyle duygulara kapılmaz mı? İster on iki yaşında olsun isterse yetmiş iki...

YALNIZLIK İYİDİR, HOŞTUR AMA HER ZAMAN OLMADIĞI SÜRECE

Çünkü hepimizin bir korkusu illa ki vardır ve genelde yalnız kalmak da bu korkuları körükleyen neredeyse birincil kaynaktır. Yani; yalnızlık iyidir, hoştur ama her zaman olmadığı sürece. İşte bu tam anlamıyla benim felsefemdir. Ben kendi oluşturduğum dünyamı terk etmek istemiyorum ama insanlarla aramdaki bağları da korumak istiyorum ve bunun için yaptığım yegane şey ise; sevdiğim herkesi, her şeyi kendi dünyama davet edip onları benim dünyamla tanıştırmak. Ama tabi ki dünyama alacağım bu insanlar konusunda seçici davranıyorum. Çünkü dünyanıza alacağınız ve onları kendi dünyanızla tanıştıracağınız bu insanlar sizin için özel olmalı, tıpkı benim için de öyle olduğu gibi...

O zaman size son bir alıntı daha bırakıp bu yazıyı da bitirivereyim.

"İnsan bir şey bekliyordu, sabahtan akşama kadar bekliyordu ve hiçbir şey olmuyordu. İnsan tekrar tekrar bekliyordu. Hiçbir şey olmuyordu. İnsan bekliyor, bekliyor, bekliyordu, düşünüyor, düşünüyordu, şakakları ağrımaya başlayana kadar düşünüyordu. Hiçbir şey olmuyordu. İnsan yalnız kalıyordu. Yalnız. Yalnız. "

Yazar Stefan Zweig

Bu alıntı da yine Stefan Zweig'den ama bu sefer Satranç adlı hikayesinden bir alıntı. Bu kitabı da yine yakın zamanda okuduğumu belirtmeden geçmeyeyim.
Stafan Zweig'in Satranç adlı öyküsü

 YALNIZ KALMAK MI, YALNIZ OLMAK MI?

Ve artık geldik bugünlük yazımızın sonuna...
Biliyorum kısa bir yazı oldu ama olsundu. Çünkü bu konuda (yalnızlık), ben pek konuşmayı sevmiyorum. Diyorsunuz ki şimdi bana; "O zaman neden bu konuyu seçtin arkadaş-can?"
Hemen cevap veriyorum; biraz bazı şeylere ufaktan bir dikkatinizi çekmek için. 
Özellikle, yalnız kalmak mı yoksa yalnız olmak mı konusuna... Yani yalnızlığın bir tercih meselesi mi yoksa zorunluluk mu olduğuna...
Bu yazıyı okuduktan sonra oturun bir düşünün bakalım. Eğer siz de yalnız hissediyorsanız -ki özünde her insan biraz yalnızdır- bunun neden olduğunu düşünün. Sizin tercihiniz mi yoksa hayatınızın tercihimi? İpler kimin elinde? Sizin mi yoksa her şeyi üstüne yüklediğimiz kaderin mi? Ya da daha başka bir şey mi? Belki istemeden yalnız kalmış olabilirsiniz ama bunun için çaba sarf etmemiş de olabilirsiniz. Ya da belki de bu konuda çabalamışsınızdır ama sonuçta istediğiniz olmamış da olabilir. Belki de hiç çabalamadınız ve vazgeçiverdiniz hemen?
Hangisi sizce, bir düşünün bakalım?

Size de bugünlük düşünecek bir konu verdim. Kendinizle yine biraz baş başa kalıp dertleşin.
Haydi ben kaçar artık...
Kendinize ve sevdiklerinize çok iyi bakın. Seviliyorsunuz... 😘😘😘 

7 Şubat 2019 Perşembe

OCAK AYINDA OKUDUĞUM KİTAPLAR -PART 1- (Uzun bir yazı oldu!!!)

 Planlarınızı Kesinlikle Bozan Şey: Hastalık

Merhabalar...
Bugün size; daha önceki yazımda söz verdiğim gibi, izlediğim ve sevdiğim Japon Filmlerinden bahsedemeyeceğim, ne yazık ki! Çünkü o yazıyı yayınlarken, şubat ayına daha çok olduğunu düşünmüştüm ve ocak ayında okuduğum kitapların listesini paylaşmadan, bir başka konuyla ilgili daha yazı paylaşabileceğimi düşünmüştüm. Ama işte, hayat bu ya! Her şey planladığınız gibi gitmiyor maalesef ve bir hastalık, bütün planlarınızı alt üst ediyor.
Son yazımı yayınladıktan bir kaç gün sonra kulağımdan bir rahatsızlık geçirdim ve tüm dünyam sanki sessize alınmış gibiydi. Aslında bu sessizlik bir yerde çok güzeldi çünkü gereksiz sesleri artık duymanıza gerek yoktu. Ama yine de, çok değerli bir şeyinizin elinizden alınması hiç de hoş olmuyor, maalesef. Bu yüzden geçen zamanlarda ne kadar hastaneye gitmek istemesem de, ailem zorla beni götürdü ve doktor tedavisine başladık. İşte, bu rahatsız sebebiyle yeni bir yazı yayınlayamadım ama yine bu rahatsızlık sebebiyle bolca kitap okudum ve o yüzden Japon Filmleri konusunu daha sonralara bırakıp, size ocak ayında okuduğum yedi kitabın yorumuyla geldim. O zaman direkt başlayalım mı, ne dersiniz?

Verimli Bir Ay... Yedi Kitap...

Ocak Ayında Okunan Kitaplar
Kesinlikle geçen ay -kitap okumak açısından- verimli bir ay oldu. Daha fazla kitap okuyamaz mıydım? Okuyabilirdim ama bu listede öyle bir kitap vardı ki, üç kitaba bedeldi. Tahminen siz de biliyorsunuz, geçen yazılarımda sıkça bahsettiğim kitaplardan kendisi; Karamazov Kardeşler... Uzun bir kitaptı ve bu da geçen ay okuduğum kitap sayısından çok, sayfa sayısını arttırmış oldu. Ama bunların bir önemi yok, önemli olan kitap okumanın güzelliği ve bundan aldığınız zevk ve ben Karamazov Kardeşler'i gerçekten zevk alarak okudum.
Bunun yanında listemde; yüz sayfalık ince bir kitap da vardı, kafamı biraz yatıştırması için romantik bir kitap da vardı. Okuduğum bir fantastik seriyi bitiren devam kitabı vardı. Uzun zamandır okumak isteyip, bir türlü okuyamadığım bir kitap da listemde bulunuyordu. Ayrıca, Dan Brown'un bir kitabı ve son olarak da kitap kulübümün geçen aya ait olan kitabı vardı.
O zaman geçen ay okuduğum kitapların yorumları, okuduğum sıraya göre gelsin bakalım. İşte Ocak ayının ve 2019 yılının ilk okunan kitabı...

Başlangıç - Dan Brown

Başlangıç kitabını geçen yıl ağustos ayında, Kuşadası sahil kenarında kurulan kitap fuarından almıştım ve okumak için, açıkçası soğuk ayları bekliyordum. Çünkü daha önceki Dan Brown deneyimlerimden bildiğim kadarıyla bu yazar kış aylarında daha güzel okunuyor. Neden, bilmiyorum ama kitabın komplo teorileri, maceraları, yapboz parçaları gibi gizemleri birbirine birleştirmesi sanırım, kış aylarında daha güzel okunuyor. Tabi bir de, kışın soğuktan evde pineklemek, battaniyeyi üstüne çekip yanına da çay ya da kahve koydun mu, film tadında bir kitap okumak gibisi yoktur benim için. Zaten genelde kış aylarındaki tercihlerim ya böyle film tadında kitaplar, ya dünya klasikleri ya da dili ağır kitaplar oluyor. Çünkü kış aylarında kafanızı meşgul eden daha az şeyler oluyor. Mesela bir tatil planı olmuyor, ya da gezmeye gidilmiyor. Havalar genelde kapalı ve soğuk oluyor. Bu yüzden daha çok evde vakit geçiriliyor ve bu zamanlar kitap okumak için en iyi zamanlar oluyor. En azından benim için böyle oluyor. Sizde de böyle olduğunu düşünüyorum ama yanılıyor da olabilirim, değil mi? 😀
Konuyu dağıttım yine ve bu yüzden hemen geri dönüp, Başlangıç diyorum...

Kim olursan ol,
Neye inanırsan inan,
Çok yakında her şey değişecek...

Kitabımız arka kapak yazısı bu şekilde ve kitap bize böyle tanıtılıyor ki, Dan Brown'u bilmesem herhalde ben bu kitabı elime almazdım diye düşünüyorum. Çünkü ben kitapların arka kapak yazısının daha verimli olmasını isteyen türde bir okuyucuyum. Üç cümleyle kitap tanıtımı mı olur? Ama burada ben bir çelişkiye düşüyorum ve Dan Brown kitaplarında böyle tanıtım olur diyorum ve direkt alıyorum.
Ayrıca Dan Brown, kolay kolay kitap çıkaran bir yazar değil. Bir kitap projesi üzerinde çalışken araştırma yapan ve bu araştırması yıllar süren bir yazar. Yani onun kitabını okurken boş bir kitap okumuyorsunuz. Kitaplarının her sayfası dolu dolu oluyor. Macera kısmı ve gizem hariç, kitaplarının altında yatan birçok bilgi kapmanız ve araştırma güdünüzü kamçılamak için sizi bekliyor. Özellikle mimar ve sanat alanında yaptığı araştırmalar ve bilgi birikimi sizi hayrete uğratacak türden.
Başlangıç kitabının bir tanıtım videosu var ve buradan ulaşabiliriniz. Ayrıca kitabın arka kapak yazısı yeterli olmağı için ve kitabı merak edenler için de, Kitapyurdu Sitesi 'de ki  tanıtımına okuyabilirsiniz.
Başlangıç - Dan Brown
Başlangıç romanı ise; Profesör Robert Langdon'ın  başına gelen komplo teorileriyle gerçekler arasında yaşadıklarını anlatan kitap serisinin son yayınlanan romanıdır. Kitap daha önceki Robert Langdon kitaplarıyla aynı tattaydı, yani klasik bir Dan Brown kitabıydı. Yine harika, yine güzel ve yine efsaneydi. Sadece bu kitapta çok fazla çözülmesi gereken bilmeceler ve sırlar yoktu. Ancak kitabın başından sonuna kadar merak uyandıran bir konu vardı ki; Edmund'un buluşu neydi? Yani; "Nerden geldik, nereye gidiyoruz?"
Size şunu söyleyeyim ki; geldiğimiz yer, gideceğimiz yere göre o kadar da önemli değilmiş aslında! Esas korkunçluk, kopukluk; gideceğimiz yerde saklı, benden size söylemesi! Kitabın sonunda da, benim -şahsi olarak- gelecekte en çok korktuğum konuya değinilmiş ve ben kitaptan tam o sayfaları okurken, tüylerim diken diken oldu. Bu da zaten her zaman ki, Dan Brown etkisiydi...
Kitapta bulunan karakterlerden, Winston karakterine hep bir önyargıyla yaklaştım. Profesör Robert Langdon'a o kadar yardım etmesine rağmen, ben Winston'a karşı hep bir tetikteydim. Ama bu benden kaynaklı bir durumdu, yani biraz şahsi bir durumdu. Şöyle açıklayayım; Winston, kitapta benim genel olarak korktuğum bir şeyi temsil ediyordu. Ama bu onun iyi ya da kötü olduğu anlamına gelmez, sadece benim bir korkumu yansıttığı için o yüzden ona karşı hep bir tetikteydim. Bu konuda haklı mıyım, haksız mıyım; kitabı okuyun ve ondan sonra sizde kendi kararınızı verin.
Bunlardan hariç Kral ve Piskopos'un sırrı bana şok yaşattı diyebilirim. Böyle ağzım açık kalakaldım, kitabı okurken! 😲😲😲
Kitapta daha öncekiler gibi bir katil vardı ve bütün deliller hep Piskopos'a yönelikti ama ben Dan Brown'un tarzını bildiğim için Piskopos'tan hiç şüphelenmedim. Piskopos'un davranışlarının ardında hep başka bir şeyler olduğunu tahmin ettim ama kendisinin kitabın kötü karakteri olduğunu düşünmedim. Ayrıca bunlarda kendi düşüncelerim. Bu demek değil ki; Piskopos bir şey yapmadı. Yapmış da olabilir, kötü karakter de olabilir, kötünün kötüsü de olabilir ama olmaya da bilir! Burada spoiler vermemeye çalışıyorum (biraz zor olsa da!), idare edin.😁😁 Zaten kitabı okuduysanız biliyorsunuzdur; okumadıysanız da okuyunca öğreneceksiniz, nasıl olsa!
Kitap genel hatlarıyla böyleydi. Yine tam anlamıyla bir Dan Brown eseriydi, ben yine okurken keyif aldım, yine meraklandım ve yine şoka uğradım.

 Karamazov Kardeşler - Dostoyevski

Karamazov Kardeşler
Karamazov Kardeşler, ocak ayının ikinci okuduğum kitabı olarak listemde yer almış bulunuyor. Aslında bu kitapla ilgili söylenecek çok şey var ama zaten kendisi bir klasik eser olduğu için hakkındaki her şey, zaman içinde söylenmiş bulunuyor. Ama yine de genel hatlarıyla kitaptan bahsedecek olursam eğer, ilk olarak söyleyeceğim şey; kendileri Rus edebiyatının önemli klasik eserleri içerisinde yer alır ve yazarı Dostoyevski'dir, hani ismi çok duyulan o Rus yazarlarından...😀
Ayrıca kitabın kendisi bin sayfayı geçkindir ve bu yüzden benim ona taktığım lakapla kendileri benim "Küçük Sehpam" olur. Gerçi yandaki fotoğrafta da görüldüğü gibi, kahve fincanımı onun üstüne koymak yerine yanına koyuyorum ama olsun, sonuçta o bir eser ve ben ona zarar verecek her şeyden kaçınırım.
Karamazov Kardeşler aslında uzun zamandır, gözüm korktuğu için ertelediğim bir romandı. Sonuçta Rus edebiyatı okunması zor olan klasiklerdendir ve bu kitapların, iyi bir çeviriyle basan yayınevlerinden okunması gerektiği anlamına gelir. Bu klasikler konusunda en başarılı olan yayınevlerinden biri de Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'dır ve kendileri bu alanda artık gerçek bir efsanedir. Ben, bizzat çıkardıkları bir çok klasik eseri çok severek okudum ve Karamazov Kardeşler'de artık o eserler arasında yerini aldı. Gerçekten bir Rus edebiyatını okurken, en çok zevk aldığım kitap bu oldu diyebiliyorum.
Kitap güzeldi, hoştu; okuması zevkli ve akıcıydı; bazen merak uyandırıcı, bazen de durgundu. Ben Rus edebiyatı sevmeyen bir okuyucuyum ama yine de Karamazov Kardeşler'e hayran kaldım, öyle diyeyim. Aslında şöyle bir bakarsak; kitapta benim gereksiz sayabileceğim, uzun olan birçok konu vardı ama ismi ölümsüz olmuş bir yazarı eleştirmek beni aşıyor açıkçası. Sonuçta onun yaşadığı dönemde ben yaşamadım ve onun edindiği tecrübeleri, ben edinmedim.
Ayrıca klasik eserlerle ilgili en çok eleştiriler genelde betimlemelerin çok uzun ve ayrıntılı olması oluyor. Ama o zamanlar resim sanatı az olduğu ve fotoğraf çekmek mümkün olmadığı için bu eserler betimleme ağırlıklı oluyormuş. O yüzden bu konuya biraz anlayışla ve sabırla yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum.
Karamazov Kardeşler'i Okurken Çektiğim Eziyetler
Ayrıca Dostoyevski, harika bir roman ve yaşadığı ülkeyi eleştiren harika bir eser ortaya çıkarmış. Toplumun bütün yanlış ve doğru yönlerini kardeşlerde toplamış. Siz yazarın neyi eleştirdiğini anlamadan, aslında çoktan anlamış oluyorsunuz.  Hele bir de mahkeme ve dava eleştirileri var ki, içim yana yana okudum o sahneleri.
Kitaba adını veren, ana karakterler olan Karamazov Kardeşler'e gelirsek eğer, ben üçünü de hatta dördünü de ayrı bir sevdim. Ama gönlüm Mitya'da kaldı diyebilirim. Bütün yanlış davranışlarına rağmen, öyle saf ve temizdi ki, öylesine doğrucuydu ki, ona hayran olmadan edemedim. Tabi Mitya'nın bunun yanında kötü olan, yaptığı birçok yanlış da vardı. Ama yine de, kendini mazur gösterebildi bana...
Zaten kitaptaki karakterlerin hepsinin hemen hemen iyi yanları da, kötü yanları da vardı; baba hariç... Çünkü baba bildiğiniz kötü karakterdi, kitapta. Elle tutulur hiç bir iyilik anlayışı olmayan, bencilin tekiydi. Ama kitapta karakterler -özellikle kardeşler- siyah-beyaz ayrımında değildi, hepsi gri çizgideydi.
Karamazov Kardeşler bitti.
Yine kardeşler demişken, benim gönlüm ne kadar Mitya'da kalsa da, diğer kardeşlerde ilgimi cezp etti. Roman da en küçük kardeş olan Aleksey var ki, o da başlı başına ayrı, naif bir karakterdi ve yazar zaten kitabın başkahramanı olarak onu seçmişti. Aleksey'i size tam anlamıyla anlatamayacağımı biliyorum. Onunla kendiniz tanışmalısınız ama ortanca kardeş olan İvan'la ilgili biraz bir şeyler söyleyebilirim. Aslında İvan'ı başlarda sevmesem de, yine de kendini bir şekilde sevdirdi bana ve onun bilime, ilime ve akılcılığa olan eğilimleri gönlüme taht kurdu. Bir de son bir kardeş var ki, Smerdyakov... Kitapta belki de tam anlamıyla babaya çeken tek kardeşti; kibirli, kendini beğenmiş, kendini herkesten üstün gören bir karakter... İçten pazarlıklı ve zeki... Bu açılardan da Mitya'nın tam tersi bir karakter... Ama Smerdyakov'a da bir yerde acıyor insan. Size şunu söyleyeyim ki; kitapta bütün kötülüklerin anası aslında istisnasız, baba Fyodor Pavloviç Karamazov...
Son olarak, bu kitaptan esinlenerek çekilen ve 2010 yılında yayınlanmaya başlanan "Karadağlar" adlı bir Türk dizisi mevcut. Bu dizide başrollerde kimler mi var? Hemen sayalım; Erdal Özyağcılar, İbrahim Çelikkol, Korel Cezayirli, Burak Sağyaşar, Ahmet Rıfat Sungar ve Hatice Şendil...
Karadağlar dizisinin afişlerinden
Ben zaten Erdal Özyağcılar'a oyunculuk açısından bayılırım. Adam her projesinde harika işler başarmış, yetenekli bir oyuncu. Kendisi bu dizide Fyodor Pavloviç'i canlandırıyor ve ben bu adamı ilk defa bu dizide, kötü rolde görmüştüm. Ama hakkını vermek gerekir ki, bu rolde de harikalar ortaya çıkarmıştı.
Ben bu diziyi küçükken çok anlayamadığım zamanlarda izlemiştim ama bu dizi, tekrar izlenecek diziler listemde kendisine yer buldu. Biliyorsunuz bu aralar dizi konusunda biraz yoğun sayılırım. Özellikle Doctor Who'yu güncelde yakalamaya çalıştığım malumunuz ve geçen ay okuduğum bir kitabın dizisine de başladım. O konuda da sırası geldiğinde bahsedeceğim ama şimdilik Karamazov Kardeşler'i burada bitirip, sıradaki kitaba geçme vakti gelmiş bulunmakta.

Işık Tanrısı

Geçen ay okunan üçüncü kitaba da böylelikle geldik. Daha önceki yazılarımdan da biliyor olmalısınız ki; Işık Tanrısı benim her ay ortak bir kitap seçip, kitap kulübümle hep beraber okuduğumuz ocak ayı kitabımdı ve ben bu kitap hakkındaki yorumumu instagram hesabıma girmiştim. Dilerseniz bu bağlantıdan instagramdaki yorumumu okuyabilirsiniz ama yine de aynı yorumun biraz daha genişletilmiş halini burada sizlerle de paylaşacağım.

Işık Tanrısı
Işık Tanrısı için; biliyorsunuz ki, kitap kulübü kitabı diye diye bir hal oldum. Bu kitap kulübü çok da abartılacak bir şey değil aslında. İlk olarak @burcununkitaplari isimli instagram hesabı, bizim için her ay ortak okuyacağımız bir kitap belirliyor ve biz de bu etkinliğe katılan herkesle beraber o ay aynı kitabı okumuş oluyoruz. Bu etkinliğe gören, duyan, bilen herkes davetlidir. Sınır yok, kısıtlama yok. Ayrıca her ayda katılmak zorunda değilsiniz. İsterseniz bu ay katılıp, bir daha ki ay katılmaya da bilirisiniz.
Bu kitap kulübü konusunu bir türlü açıklığa kavuşturamadığımı düşünüp, burada kısacık böyle bir açıklama getirdimse eğer, esas konuma yöneliyorum; Işık Tanrısı...
Işık Tanrısı ve bir tane pisicik
Işık Tanrısı, ilk elli sayfasında -daha doğrusu- ilk bölümünde kafanızı bir allak bullak ediyor ve öyle bir bilgi yüklemesiyle karşı karşıya kalıyorsunuz ki, kitabı yarıda bırakmayı düşündüğünüz bile olabiliyor. Ama ben, kitap kulübünde olduğum için öyle bir şey yapmadım ve iyi ki de yapmamışım, dedim. Çünkü o ilk elli sayfadan sonra, kitap öyle bir aktı gitti ki; anlatamam. Zaten yazar, kitabı kronolojik yazmamış. İlk bölüm aslında sonlara doğru yaşanan olaylardı. Yani bu kitaba başlayıp da, yarım bırakmaz ve devam ederseniz; ilk bölümün diğer bölümlerden sonra yaşandığını ve o bölümleri okuduktan sonra ilk bölümü de anladığınızı göreceksiniz.
Ben kitabı sonlara doğru okurken, arada da ilk bölümün bir kaç yerini de tekrar okudum. Zaten kitabın akışı içinde de, bunu istemsiz yapıyorsunuz.
Ben kitabın ana karakterlerini sevdim ve Siddhartha harikaydı. Tam bir özgürlük savaşçısıydı, Sam gerçek bir kahramandı. Ama ben bunun yanında Tanrı Yama Dharma'yı ayrı bir sevdim. Neden bilmiyorum ama belki gücünden olabilir ya da bir mucit olmasından (ona mucit diyebilirim sanırım) veya zor bir kararın ortasındayken, benim onun doğru kararı verdiğini düşünmemden.
Sevdiğim ya da bazen de sevmediğim, bazen güvendiğim ve bazen de şüphelendiğim bir karakter vardı ki adı, Taraka... Taraka benim için nötr bir karakter değil, daha çok çelişkili bir karakter. Yani benim için bazen öyle, bazen böyleydi. Sanırım, Taraka için Sam de öyle düşünmüştür. Ama yine de kendisinin Sam'a yardımı çok oldu, o yüzden onu da sevebilirim. Sevgim daha ağır basıyor neticede, ne yaparsın!
Kitap; bir kaç sayfası hariç, hiç de durağan değildi. Sürekli bir hareketlilik, bir macera vardı, savaş sahneleri vardı. Yani kitapta heyecan doruklardaydı. Ayrıca kitabın sonundaki ittifak beni şaşırtsa da, Sam'ın zekasını bir kere daha takdir ettim. O gerçekten muhteşem bir savaşçı.
Demem o ki; kitap muhteşemdi ve eğer bu kitabı sizler de okuyacaksanız; başları biraz zor gelse de, devam edin, kendinizi zorlayın. Çünkü inanın pişman olmayacaksınız. Ama şu da var ki, daha önce hiç bilimkurgu tarzında bir kitap okumadıysanız, kesinlikle o türe bu kitapla başlamayın. Çünkü bu kitap sizi bilimkurgudan soğutabilecek güce sahip. Zaten kitap bilimkurgu ama fantastik kısmı da aşırı ağır basan bir romandı.
Kitabın konusuna hiç değinmediğimi biliyorum ama zaten kitabın arka kapak yazısı bunu size anlatıyor. Ben de aynı şeyleri, burada tekrarlamak istemedim açıkçası. Yukarıda kitabın arka kapağını da paylaşıyorum, oradan kitabın konusuyla ilgili bilgi alabilirsiniz. Şimdilik son bir sözle bu yazının sonuna geleceğiz. Bana diyeceksiniz ki; "Hani diğer dört kitap? Yoksa bize yalan mı söyledin?" Hayır, size yalan söylemedim. Ama bu konuyla ilgili açıklama aşağıda olacak.

Bitiyor Mu?

  Aslında bu yazıya başlarken, geçen ay okuduğum bütün kitapların yorumlarını bu yazı da girecektim. Ama bir de baktım ki; bu yazıda o kadar şey anlatmışım, kendimi yazarken o kadar durduramamışım ve bu yazıyı o kadar uzun tutmuşum ki, okurken sıkılmanız olası olacaktı. O yüzden ben de, bu yazıyı partlara ayırmaya karar verdim. Bence daha iyi olacak. Hem siz de okurken sıkılmamış olursunuz. Zaten part 2'ye dört kitap kaldı. Haklısınız, bu yazıda üç kitap var ama o yazı bu kadar uzun olmayacak tahminen. Çünkü geriye kalan diğer kitaplar hakkında bu kadar çok bahsedeceğim şeyler olacağını sanmıyorum. Olursa da ne yapalım, artık? Sıkılmamanızı ummaktan  başka...
O zaman size keyifli okumalar, bana da keyifli dinlenmeler. Kendinize iyi bakın. Seviliyorsunuz...

YAĞMURLU BİR GÜNDE YAPTIĞIM ŞEYLER