Hakkımda

Fotoğrafım
Çaylarınızı kapıp gelin ve sizinle güzelce bir muhabbet kuralım. Hayattan birazcık kopmaya hakkınız olsun değil mi? Bakmayın sayfamda çok aktif olamadığıma ama siz gelirseniz eğer, bu sayfamda daha çok aktif olmamı gereltirecek ve işte o zaman beraberce bir şeyler başarmış olacağız. Dikkat edin; biz diyorum, ben değil! Çünkü bu sayfayı ben oluştursam bile sizsiz hiç bir şey başarılı olamaz. Unutmayın ki, ilk başta ben bu sayfayı kendim için kurmuş olsam da, daha sonra paylaşacak kimsem olmadığı için bana hiç bir yararı olmadı. Bu yüzden size ve paylaşacaklarımıza ihtiyacım var. Haydi o zaman, daha ne bekliyorsunuz! Bir çay koyup gelin yanıma, daha paylaşacak bir çok şeyimiz var. :)
ışık tanrısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ışık tanrısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Şubat 2019 Perşembe

OCAK AYINDA OKUDUĞUM KİTAPLAR -PART 1- (Uzun bir yazı oldu!!!)

 Planlarınızı Kesinlikle Bozan Şey: Hastalık

Merhabalar...
Bugün size; daha önceki yazımda söz verdiğim gibi, izlediğim ve sevdiğim Japon Filmlerinden bahsedemeyeceğim, ne yazık ki! Çünkü o yazıyı yayınlarken, şubat ayına daha çok olduğunu düşünmüştüm ve ocak ayında okuduğum kitapların listesini paylaşmadan, bir başka konuyla ilgili daha yazı paylaşabileceğimi düşünmüştüm. Ama işte, hayat bu ya! Her şey planladığınız gibi gitmiyor maalesef ve bir hastalık, bütün planlarınızı alt üst ediyor.
Son yazımı yayınladıktan bir kaç gün sonra kulağımdan bir rahatsızlık geçirdim ve tüm dünyam sanki sessize alınmış gibiydi. Aslında bu sessizlik bir yerde çok güzeldi çünkü gereksiz sesleri artık duymanıza gerek yoktu. Ama yine de, çok değerli bir şeyinizin elinizden alınması hiç de hoş olmuyor, maalesef. Bu yüzden geçen zamanlarda ne kadar hastaneye gitmek istemesem de, ailem zorla beni götürdü ve doktor tedavisine başladık. İşte, bu rahatsız sebebiyle yeni bir yazı yayınlayamadım ama yine bu rahatsızlık sebebiyle bolca kitap okudum ve o yüzden Japon Filmleri konusunu daha sonralara bırakıp, size ocak ayında okuduğum yedi kitabın yorumuyla geldim. O zaman direkt başlayalım mı, ne dersiniz?

Verimli Bir Ay... Yedi Kitap...

Ocak Ayında Okunan Kitaplar
Kesinlikle geçen ay -kitap okumak açısından- verimli bir ay oldu. Daha fazla kitap okuyamaz mıydım? Okuyabilirdim ama bu listede öyle bir kitap vardı ki, üç kitaba bedeldi. Tahminen siz de biliyorsunuz, geçen yazılarımda sıkça bahsettiğim kitaplardan kendisi; Karamazov Kardeşler... Uzun bir kitaptı ve bu da geçen ay okuduğum kitap sayısından çok, sayfa sayısını arttırmış oldu. Ama bunların bir önemi yok, önemli olan kitap okumanın güzelliği ve bundan aldığınız zevk ve ben Karamazov Kardeşler'i gerçekten zevk alarak okudum.
Bunun yanında listemde; yüz sayfalık ince bir kitap da vardı, kafamı biraz yatıştırması için romantik bir kitap da vardı. Okuduğum bir fantastik seriyi bitiren devam kitabı vardı. Uzun zamandır okumak isteyip, bir türlü okuyamadığım bir kitap da listemde bulunuyordu. Ayrıca, Dan Brown'un bir kitabı ve son olarak da kitap kulübümün geçen aya ait olan kitabı vardı.
O zaman geçen ay okuduğum kitapların yorumları, okuduğum sıraya göre gelsin bakalım. İşte Ocak ayının ve 2019 yılının ilk okunan kitabı...

Başlangıç - Dan Brown

Başlangıç kitabını geçen yıl ağustos ayında, Kuşadası sahil kenarında kurulan kitap fuarından almıştım ve okumak için, açıkçası soğuk ayları bekliyordum. Çünkü daha önceki Dan Brown deneyimlerimden bildiğim kadarıyla bu yazar kış aylarında daha güzel okunuyor. Neden, bilmiyorum ama kitabın komplo teorileri, maceraları, yapboz parçaları gibi gizemleri birbirine birleştirmesi sanırım, kış aylarında daha güzel okunuyor. Tabi bir de, kışın soğuktan evde pineklemek, battaniyeyi üstüne çekip yanına da çay ya da kahve koydun mu, film tadında bir kitap okumak gibisi yoktur benim için. Zaten genelde kış aylarındaki tercihlerim ya böyle film tadında kitaplar, ya dünya klasikleri ya da dili ağır kitaplar oluyor. Çünkü kış aylarında kafanızı meşgul eden daha az şeyler oluyor. Mesela bir tatil planı olmuyor, ya da gezmeye gidilmiyor. Havalar genelde kapalı ve soğuk oluyor. Bu yüzden daha çok evde vakit geçiriliyor ve bu zamanlar kitap okumak için en iyi zamanlar oluyor. En azından benim için böyle oluyor. Sizde de böyle olduğunu düşünüyorum ama yanılıyor da olabilirim, değil mi? 😀
Konuyu dağıttım yine ve bu yüzden hemen geri dönüp, Başlangıç diyorum...

Kim olursan ol,
Neye inanırsan inan,
Çok yakında her şey değişecek...

Kitabımız arka kapak yazısı bu şekilde ve kitap bize böyle tanıtılıyor ki, Dan Brown'u bilmesem herhalde ben bu kitabı elime almazdım diye düşünüyorum. Çünkü ben kitapların arka kapak yazısının daha verimli olmasını isteyen türde bir okuyucuyum. Üç cümleyle kitap tanıtımı mı olur? Ama burada ben bir çelişkiye düşüyorum ve Dan Brown kitaplarında böyle tanıtım olur diyorum ve direkt alıyorum.
Ayrıca Dan Brown, kolay kolay kitap çıkaran bir yazar değil. Bir kitap projesi üzerinde çalışken araştırma yapan ve bu araştırması yıllar süren bir yazar. Yani onun kitabını okurken boş bir kitap okumuyorsunuz. Kitaplarının her sayfası dolu dolu oluyor. Macera kısmı ve gizem hariç, kitaplarının altında yatan birçok bilgi kapmanız ve araştırma güdünüzü kamçılamak için sizi bekliyor. Özellikle mimar ve sanat alanında yaptığı araştırmalar ve bilgi birikimi sizi hayrete uğratacak türden.
Başlangıç kitabının bir tanıtım videosu var ve buradan ulaşabiliriniz. Ayrıca kitabın arka kapak yazısı yeterli olmağı için ve kitabı merak edenler için de, Kitapyurdu Sitesi 'de ki  tanıtımına okuyabilirsiniz.
Başlangıç - Dan Brown
Başlangıç romanı ise; Profesör Robert Langdon'ın  başına gelen komplo teorileriyle gerçekler arasında yaşadıklarını anlatan kitap serisinin son yayınlanan romanıdır. Kitap daha önceki Robert Langdon kitaplarıyla aynı tattaydı, yani klasik bir Dan Brown kitabıydı. Yine harika, yine güzel ve yine efsaneydi. Sadece bu kitapta çok fazla çözülmesi gereken bilmeceler ve sırlar yoktu. Ancak kitabın başından sonuna kadar merak uyandıran bir konu vardı ki; Edmund'un buluşu neydi? Yani; "Nerden geldik, nereye gidiyoruz?"
Size şunu söyleyeyim ki; geldiğimiz yer, gideceğimiz yere göre o kadar da önemli değilmiş aslında! Esas korkunçluk, kopukluk; gideceğimiz yerde saklı, benden size söylemesi! Kitabın sonunda da, benim -şahsi olarak- gelecekte en çok korktuğum konuya değinilmiş ve ben kitaptan tam o sayfaları okurken, tüylerim diken diken oldu. Bu da zaten her zaman ki, Dan Brown etkisiydi...
Kitapta bulunan karakterlerden, Winston karakterine hep bir önyargıyla yaklaştım. Profesör Robert Langdon'a o kadar yardım etmesine rağmen, ben Winston'a karşı hep bir tetikteydim. Ama bu benden kaynaklı bir durumdu, yani biraz şahsi bir durumdu. Şöyle açıklayayım; Winston, kitapta benim genel olarak korktuğum bir şeyi temsil ediyordu. Ama bu onun iyi ya da kötü olduğu anlamına gelmez, sadece benim bir korkumu yansıttığı için o yüzden ona karşı hep bir tetikteydim. Bu konuda haklı mıyım, haksız mıyım; kitabı okuyun ve ondan sonra sizde kendi kararınızı verin.
Bunlardan hariç Kral ve Piskopos'un sırrı bana şok yaşattı diyebilirim. Böyle ağzım açık kalakaldım, kitabı okurken! 😲😲😲
Kitapta daha öncekiler gibi bir katil vardı ve bütün deliller hep Piskopos'a yönelikti ama ben Dan Brown'un tarzını bildiğim için Piskopos'tan hiç şüphelenmedim. Piskopos'un davranışlarının ardında hep başka bir şeyler olduğunu tahmin ettim ama kendisinin kitabın kötü karakteri olduğunu düşünmedim. Ayrıca bunlarda kendi düşüncelerim. Bu demek değil ki; Piskopos bir şey yapmadı. Yapmış da olabilir, kötü karakter de olabilir, kötünün kötüsü de olabilir ama olmaya da bilir! Burada spoiler vermemeye çalışıyorum (biraz zor olsa da!), idare edin.😁😁 Zaten kitabı okuduysanız biliyorsunuzdur; okumadıysanız da okuyunca öğreneceksiniz, nasıl olsa!
Kitap genel hatlarıyla böyleydi. Yine tam anlamıyla bir Dan Brown eseriydi, ben yine okurken keyif aldım, yine meraklandım ve yine şoka uğradım.

 Karamazov Kardeşler - Dostoyevski

Karamazov Kardeşler
Karamazov Kardeşler, ocak ayının ikinci okuduğum kitabı olarak listemde yer almış bulunuyor. Aslında bu kitapla ilgili söylenecek çok şey var ama zaten kendisi bir klasik eser olduğu için hakkındaki her şey, zaman içinde söylenmiş bulunuyor. Ama yine de genel hatlarıyla kitaptan bahsedecek olursam eğer, ilk olarak söyleyeceğim şey; kendileri Rus edebiyatının önemli klasik eserleri içerisinde yer alır ve yazarı Dostoyevski'dir, hani ismi çok duyulan o Rus yazarlarından...😀
Ayrıca kitabın kendisi bin sayfayı geçkindir ve bu yüzden benim ona taktığım lakapla kendileri benim "Küçük Sehpam" olur. Gerçi yandaki fotoğrafta da görüldüğü gibi, kahve fincanımı onun üstüne koymak yerine yanına koyuyorum ama olsun, sonuçta o bir eser ve ben ona zarar verecek her şeyden kaçınırım.
Karamazov Kardeşler aslında uzun zamandır, gözüm korktuğu için ertelediğim bir romandı. Sonuçta Rus edebiyatı okunması zor olan klasiklerdendir ve bu kitapların, iyi bir çeviriyle basan yayınevlerinden okunması gerektiği anlamına gelir. Bu klasikler konusunda en başarılı olan yayınevlerinden biri de Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'dır ve kendileri bu alanda artık gerçek bir efsanedir. Ben, bizzat çıkardıkları bir çok klasik eseri çok severek okudum ve Karamazov Kardeşler'de artık o eserler arasında yerini aldı. Gerçekten bir Rus edebiyatını okurken, en çok zevk aldığım kitap bu oldu diyebiliyorum.
Kitap güzeldi, hoştu; okuması zevkli ve akıcıydı; bazen merak uyandırıcı, bazen de durgundu. Ben Rus edebiyatı sevmeyen bir okuyucuyum ama yine de Karamazov Kardeşler'e hayran kaldım, öyle diyeyim. Aslında şöyle bir bakarsak; kitapta benim gereksiz sayabileceğim, uzun olan birçok konu vardı ama ismi ölümsüz olmuş bir yazarı eleştirmek beni aşıyor açıkçası. Sonuçta onun yaşadığı dönemde ben yaşamadım ve onun edindiği tecrübeleri, ben edinmedim.
Ayrıca klasik eserlerle ilgili en çok eleştiriler genelde betimlemelerin çok uzun ve ayrıntılı olması oluyor. Ama o zamanlar resim sanatı az olduğu ve fotoğraf çekmek mümkün olmadığı için bu eserler betimleme ağırlıklı oluyormuş. O yüzden bu konuya biraz anlayışla ve sabırla yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum.
Karamazov Kardeşler'i Okurken Çektiğim Eziyetler
Ayrıca Dostoyevski, harika bir roman ve yaşadığı ülkeyi eleştiren harika bir eser ortaya çıkarmış. Toplumun bütün yanlış ve doğru yönlerini kardeşlerde toplamış. Siz yazarın neyi eleştirdiğini anlamadan, aslında çoktan anlamış oluyorsunuz.  Hele bir de mahkeme ve dava eleştirileri var ki, içim yana yana okudum o sahneleri.
Kitaba adını veren, ana karakterler olan Karamazov Kardeşler'e gelirsek eğer, ben üçünü de hatta dördünü de ayrı bir sevdim. Ama gönlüm Mitya'da kaldı diyebilirim. Bütün yanlış davranışlarına rağmen, öyle saf ve temizdi ki, öylesine doğrucuydu ki, ona hayran olmadan edemedim. Tabi Mitya'nın bunun yanında kötü olan, yaptığı birçok yanlış da vardı. Ama yine de, kendini mazur gösterebildi bana...
Zaten kitaptaki karakterlerin hepsinin hemen hemen iyi yanları da, kötü yanları da vardı; baba hariç... Çünkü baba bildiğiniz kötü karakterdi, kitapta. Elle tutulur hiç bir iyilik anlayışı olmayan, bencilin tekiydi. Ama kitapta karakterler -özellikle kardeşler- siyah-beyaz ayrımında değildi, hepsi gri çizgideydi.
Karamazov Kardeşler bitti.
Yine kardeşler demişken, benim gönlüm ne kadar Mitya'da kalsa da, diğer kardeşlerde ilgimi cezp etti. Roman da en küçük kardeş olan Aleksey var ki, o da başlı başına ayrı, naif bir karakterdi ve yazar zaten kitabın başkahramanı olarak onu seçmişti. Aleksey'i size tam anlamıyla anlatamayacağımı biliyorum. Onunla kendiniz tanışmalısınız ama ortanca kardeş olan İvan'la ilgili biraz bir şeyler söyleyebilirim. Aslında İvan'ı başlarda sevmesem de, yine de kendini bir şekilde sevdirdi bana ve onun bilime, ilime ve akılcılığa olan eğilimleri gönlüme taht kurdu. Bir de son bir kardeş var ki, Smerdyakov... Kitapta belki de tam anlamıyla babaya çeken tek kardeşti; kibirli, kendini beğenmiş, kendini herkesten üstün gören bir karakter... İçten pazarlıklı ve zeki... Bu açılardan da Mitya'nın tam tersi bir karakter... Ama Smerdyakov'a da bir yerde acıyor insan. Size şunu söyleyeyim ki; kitapta bütün kötülüklerin anası aslında istisnasız, baba Fyodor Pavloviç Karamazov...
Son olarak, bu kitaptan esinlenerek çekilen ve 2010 yılında yayınlanmaya başlanan "Karadağlar" adlı bir Türk dizisi mevcut. Bu dizide başrollerde kimler mi var? Hemen sayalım; Erdal Özyağcılar, İbrahim Çelikkol, Korel Cezayirli, Burak Sağyaşar, Ahmet Rıfat Sungar ve Hatice Şendil...
Karadağlar dizisinin afişlerinden
Ben zaten Erdal Özyağcılar'a oyunculuk açısından bayılırım. Adam her projesinde harika işler başarmış, yetenekli bir oyuncu. Kendisi bu dizide Fyodor Pavloviç'i canlandırıyor ve ben bu adamı ilk defa bu dizide, kötü rolde görmüştüm. Ama hakkını vermek gerekir ki, bu rolde de harikalar ortaya çıkarmıştı.
Ben bu diziyi küçükken çok anlayamadığım zamanlarda izlemiştim ama bu dizi, tekrar izlenecek diziler listemde kendisine yer buldu. Biliyorsunuz bu aralar dizi konusunda biraz yoğun sayılırım. Özellikle Doctor Who'yu güncelde yakalamaya çalıştığım malumunuz ve geçen ay okuduğum bir kitabın dizisine de başladım. O konuda da sırası geldiğinde bahsedeceğim ama şimdilik Karamazov Kardeşler'i burada bitirip, sıradaki kitaba geçme vakti gelmiş bulunmakta.

Işık Tanrısı

Geçen ay okunan üçüncü kitaba da böylelikle geldik. Daha önceki yazılarımdan da biliyor olmalısınız ki; Işık Tanrısı benim her ay ortak bir kitap seçip, kitap kulübümle hep beraber okuduğumuz ocak ayı kitabımdı ve ben bu kitap hakkındaki yorumumu instagram hesabıma girmiştim. Dilerseniz bu bağlantıdan instagramdaki yorumumu okuyabilirsiniz ama yine de aynı yorumun biraz daha genişletilmiş halini burada sizlerle de paylaşacağım.

Işık Tanrısı
Işık Tanrısı için; biliyorsunuz ki, kitap kulübü kitabı diye diye bir hal oldum. Bu kitap kulübü çok da abartılacak bir şey değil aslında. İlk olarak @burcununkitaplari isimli instagram hesabı, bizim için her ay ortak okuyacağımız bir kitap belirliyor ve biz de bu etkinliğe katılan herkesle beraber o ay aynı kitabı okumuş oluyoruz. Bu etkinliğe gören, duyan, bilen herkes davetlidir. Sınır yok, kısıtlama yok. Ayrıca her ayda katılmak zorunda değilsiniz. İsterseniz bu ay katılıp, bir daha ki ay katılmaya da bilirisiniz.
Bu kitap kulübü konusunu bir türlü açıklığa kavuşturamadığımı düşünüp, burada kısacık böyle bir açıklama getirdimse eğer, esas konuma yöneliyorum; Işık Tanrısı...
Işık Tanrısı ve bir tane pisicik
Işık Tanrısı, ilk elli sayfasında -daha doğrusu- ilk bölümünde kafanızı bir allak bullak ediyor ve öyle bir bilgi yüklemesiyle karşı karşıya kalıyorsunuz ki, kitabı yarıda bırakmayı düşündüğünüz bile olabiliyor. Ama ben, kitap kulübünde olduğum için öyle bir şey yapmadım ve iyi ki de yapmamışım, dedim. Çünkü o ilk elli sayfadan sonra, kitap öyle bir aktı gitti ki; anlatamam. Zaten yazar, kitabı kronolojik yazmamış. İlk bölüm aslında sonlara doğru yaşanan olaylardı. Yani bu kitaba başlayıp da, yarım bırakmaz ve devam ederseniz; ilk bölümün diğer bölümlerden sonra yaşandığını ve o bölümleri okuduktan sonra ilk bölümü de anladığınızı göreceksiniz.
Ben kitabı sonlara doğru okurken, arada da ilk bölümün bir kaç yerini de tekrar okudum. Zaten kitabın akışı içinde de, bunu istemsiz yapıyorsunuz.
Ben kitabın ana karakterlerini sevdim ve Siddhartha harikaydı. Tam bir özgürlük savaşçısıydı, Sam gerçek bir kahramandı. Ama ben bunun yanında Tanrı Yama Dharma'yı ayrı bir sevdim. Neden bilmiyorum ama belki gücünden olabilir ya da bir mucit olmasından (ona mucit diyebilirim sanırım) veya zor bir kararın ortasındayken, benim onun doğru kararı verdiğini düşünmemden.
Sevdiğim ya da bazen de sevmediğim, bazen güvendiğim ve bazen de şüphelendiğim bir karakter vardı ki adı, Taraka... Taraka benim için nötr bir karakter değil, daha çok çelişkili bir karakter. Yani benim için bazen öyle, bazen böyleydi. Sanırım, Taraka için Sam de öyle düşünmüştür. Ama yine de kendisinin Sam'a yardımı çok oldu, o yüzden onu da sevebilirim. Sevgim daha ağır basıyor neticede, ne yaparsın!
Kitap; bir kaç sayfası hariç, hiç de durağan değildi. Sürekli bir hareketlilik, bir macera vardı, savaş sahneleri vardı. Yani kitapta heyecan doruklardaydı. Ayrıca kitabın sonundaki ittifak beni şaşırtsa da, Sam'ın zekasını bir kere daha takdir ettim. O gerçekten muhteşem bir savaşçı.
Demem o ki; kitap muhteşemdi ve eğer bu kitabı sizler de okuyacaksanız; başları biraz zor gelse de, devam edin, kendinizi zorlayın. Çünkü inanın pişman olmayacaksınız. Ama şu da var ki, daha önce hiç bilimkurgu tarzında bir kitap okumadıysanız, kesinlikle o türe bu kitapla başlamayın. Çünkü bu kitap sizi bilimkurgudan soğutabilecek güce sahip. Zaten kitap bilimkurgu ama fantastik kısmı da aşırı ağır basan bir romandı.
Kitabın konusuna hiç değinmediğimi biliyorum ama zaten kitabın arka kapak yazısı bunu size anlatıyor. Ben de aynı şeyleri, burada tekrarlamak istemedim açıkçası. Yukarıda kitabın arka kapağını da paylaşıyorum, oradan kitabın konusuyla ilgili bilgi alabilirsiniz. Şimdilik son bir sözle bu yazının sonuna geleceğiz. Bana diyeceksiniz ki; "Hani diğer dört kitap? Yoksa bize yalan mı söyledin?" Hayır, size yalan söylemedim. Ama bu konuyla ilgili açıklama aşağıda olacak.

Bitiyor Mu?

  Aslında bu yazıya başlarken, geçen ay okuduğum bütün kitapların yorumlarını bu yazı da girecektim. Ama bir de baktım ki; bu yazıda o kadar şey anlatmışım, kendimi yazarken o kadar durduramamışım ve bu yazıyı o kadar uzun tutmuşum ki, okurken sıkılmanız olası olacaktı. O yüzden ben de, bu yazıyı partlara ayırmaya karar verdim. Bence daha iyi olacak. Hem siz de okurken sıkılmamış olursunuz. Zaten part 2'ye dört kitap kaldı. Haklısınız, bu yazıda üç kitap var ama o yazı bu kadar uzun olmayacak tahminen. Çünkü geriye kalan diğer kitaplar hakkında bu kadar çok bahsedeceğim şeyler olacağını sanmıyorum. Olursa da ne yapalım, artık? Sıkılmamanızı ummaktan  başka...
O zaman size keyifli okumalar, bana da keyifli dinlenmeler. Kendinize iyi bakın. Seviliyorsunuz...

18 Ocak 2019 Cuma

KİTAPLAR ÜZERİNE UFAK BİR SOHBET

Bir Efsanenin Sonu

Merhabalar...
Biliyorum, üç gündür buralarda yoktum ama o üç günde başka şeylerle meşguldüm ve onları yoluna koyup, bloğuma geri dönüş yaptım. O zaman, bu üç günde neler yaptım gelin ona bir bakış atalım. İlk önce, daha önceki yazılarımda da bahsettiğim; şu an okuyor olduğum kitabı bitirdim. Evet, Karamazov Kardeşler bitti. Çarşamba günü itibariyle, bir efsanenin daha sonuna geldim. Hani nerede havai fişekler, nerede kutlamalar? Patlatın konfetileri, atın havai fişekleri; kutlamalar başlasın!😂😂


Kitap güzeldi. Ben pek Rus edebiyatı seven birisi değilimdir ama ona rağmen Karamazov Kardeşler'e bayıldım. Benim gereksiz sayabileceğim bir çok konu vardı ama benim ne haddime ki, Dostoyevski'yi eleştireyim. Adam harika bir roman ve yaşadığı ülkeyi eleştiren harika bir eser ortaya çıkarmış. Ayrıca kardeşlerin üçünü de ayrı bir sevdim. Ama gönlüm, Mitya'da kaldı diyebilirim. Bütün yanlış davranışlarına rağmen; öyle saf ve temizdi ki, öylesine doğrucuydu ki, ona hayran olmadan edemedim. Tabi, Mitya'nın bunun yanında kötü olan, yaptığı bir sürü yanlış vardı. Ama yine de, kendini mazur gösterebildi bana... Ayrıca, bir de Aleksey var ki, o da başlı başına ayrı, naif bir karakter. İvan'a ise hiç girmiyorum ama o da bir şekilde kendini sevdirdi diyebilirim. Neyse, Karamazov Kardeşler'den bu kadar bahsettiktik, yeter bence.

Yeni Kitap: Işık Tanrısı

O zaman bir kitap biter, bir kitap başlar diyerek; okumaya başladığım sıradaki kitabıma geçelim. Roger Zelazny'nin, Işık Tanrısı kitabı... Bu kitap aslında; daha önceki bir yazımda bahsettiğim üzere, her ay ortak okuma yaptığımız kitap kulübümle belirlediğimiz bir kitap. Bu ayın kitabı da, İthaki Yayınları'ndan çıkan Işık Tanrısı... Ben de bir an önce okumak istiyorum. Aslında bugün biraz başladım okumaya ve hoşuma da gitti. Ama kitabı daha okumadan beni esas etkileyen şey, arka kapak yazısı oldu. Aşağıda da görüyorsunuz büyük ihtimal ama ben yine de buraya alıntı olarak arka kapak yazısını bırakıyorum.

Işık Tanrısı adlı kitabın Arka Kapak Yazısı
"Roger Zelazny, farklı mitolojileri bilimkurgu romanlarına uyarlamasıyla pek çok yazarın yalnızca hayal edebileceği bir şeyi alışkanlık haline getirmiş eşsiz bir yazar. Hint mitolojisiyle harmanlanan Işık Tanrısı ise sadece bilimkurguyu değil, tüm spekülatif kurguyu değiştiren, benzersiz bir roman. Gaiman'ın en iyi romanı olarak kabul edilen Amerikan Tanrıları'na fikir babalığı yapmakla kalmadı, tanrılar ve insanlar arasındaki isim oyunlarına da ilham kaynağı oldu. Martin'in epik serisi Buz ve Ateş'in Şarkısı'ndaki Işık Tanrısı da ismini bu romandan aldı, tıpkı Sam Tarly'nin ismini kitabın başkahramanı Sam'den aldığı gibi."

Bir kitap düşünün ki, kendisinden yıllar sonraki başyapıtlara ilham kaynağı olsun. İşte, bu öyle bir kitap ve açık ara bu kitapla ilgili, beni en çok etkileyen de bu oldu. Şu an sadece yirmi beş gibi ufak bir sayfa okudum ama kitap beni içine çekti ve heyecanla okunmayı bekliyor. Ama bunun yanında dün bir de, Doctor Who'dan bir kaç bölüm izledim. O yüzden kitapta ilerleme büyük ihtimal bu yazıyı da yayınladıktan sonra  olacak.


Gelelim, kitap kulübümüzün diğer aylar için seçtiği kitaplara... Şubat ayı için, Pegasus Yayıncılık'tan çıkan Rüya Dağıtan Çocuk; mart için de Patrick Ness'in Canavarın Çağrısı... Bunlarla ilgili az çok bilgiyi daha önceki şu yazımda vermiştim. O yüzden tekrar tekrar aynı şeyleri söylemeyeceğim. Sadece Rüya Dağıtan Çocuk için yaptığım Pegasus alışverişinden biraz bahsedeceğim.

Altı Tane Pegasus'um Oldu

Pegasus Yayınevi'nin alışverişini genelde N11'den yapıyorum. Çünkü N11'de yayınevinin kendi mağazası var ve diğer kitap satan sitelere göre, daha çok indirim imkanı size sunuyor. Bunun yanında, ürünü asıl sahibinden almanın rahatlığı da cabası. Bu yüzden ben de, şubat ayı kitabımı N11 - Pegasus mağazasından yaptım ve 100 TL  ve üzeri kargo bedava deyince gaza gelip, Pegasus'tan almak istediğim diğer kitapları da bir anda alıverdim. Alırken hep kendi kendime soruyordum; "İyi mi, yaptım?" diye ama, sonra kitaplar elime gelince; "İyi ki de yapmışım!" dedim.
Rüya Dağıtan Çocuk
Yan tarafta, Rüya Dağıtan Çocuk'un bir fotoğrafı var ve sizce de, bu çocuk çok tatlı değil mi? Çocuğu görmemle, yanaklarını sıktırasımın gelmesi bir oldu neredeyse! Çocuğu seve seve bitiremeyeceğim sanki, aynen öyle hissettim. Ama bu kitapla ilgili yorumum, ancak şubat ayında sizlerle paylaşılabilir. O yüzden geçelim, diğer aldığım kitaplara...
Bu kitaplarla ilgili bahsedeceğim çok şey var sayılır. Öncellikle, aldığım kitaplar olarak Becca Fitzpatrick'e ait olan Huşh Hush serisi var. Ben bu seriyi üniversitede okurken (yani aşağı yukarı beş altı yıl önce) almış ve okumuştum. Şimdi bana burada diyeceksiniz ki; "Daha önce aldığın seriyi, niye bir daha aldın?". İşte ben de, tam onu açıklamak üzereydim. Malum üniversite dönemleri, öğrencilik halleri, cebimizde pek paranın olmadığı zamanlardır. Ama ben yine şanslıydım ve dört yıl boyunca ev masrafım olmadı; bir yurdun, bir öğrenciye sağlayabileceği bütün rahatlıklarla yaşadım, öğrencilik yıllarımı. Nerden, nereye? Amanın, konu dağıldı! Durun hemen esas konumuza geri döneceğim, dönüyorum, dön-düm.😁

Huşh Hush Serisi
Üniversitedeyken, elime geçen paraları hesaplı harcamak zorundaydım ve bu yüzden kitaplara ayırabileceğim paranın her zaman bir sınırı olurdu. Ama daha sonra, üniversite okuduğum şehrin yerel bir pazarında, korsan kitap satan bir stant gördüm. 

Burada ara girip, şunu söylemek istiyorum. Suçumu itiraf ediyor ve korsan kitap aldığımı söylüyorum ama bundan hiç bir zaman hoşlanmasam da, o zamanlar buna mecburdum. Ayrıca o yazarların, yayınevlerinin, çevirmenlerinin, hepsinin, emeğini boşa sayarak bu kitapları aldım. Ama şimdilerde, o aldığım korsan kitapların orijinallerini alıp, vicdanımı rahatlatmaya çalışıyorum.
Huşh Hush Serisi ve Tehlikeli Yalanlar
İşte, daha önce korsan olarak aldığım kitaplardan biri de Huşh Hush serisiydi ve ben orijinalini indirimde bulunca, böylelikle alabildim. Solda gördükleriniz, üniversitede aldığım, korsan olan kitaplar. Aşağıda sağda gördükleriniz ise; yeni almış olduğum orjinal olan kitaplardır. Böylelikle size bir suçumu itiraf etmiş bulunuyorum.
Bu korsan muhabbetini artık kapayalım, çünkü ben bunları anlattıkça, kendi işlediğim suçtan dolayı rahatsız oluyorum. Evet, "Burada biraz bencillik devreye girdi," diyebilirsiniz, bana.
Ama ben bu konuyu kapatıp, Pegasus Yayınları'ndan diğer aldığım kitaba geliyorum; Tehlikeli Yalanlar...
Bu kitapta bir Becca Fitzpatrck romanı ama Huşh Hush serisinden farklı olarak, bu kitabı fantastik bir kurguya sahip değil. Daha çok gerilim ve polisiye türünde olduğunu tahmin ediyorum. Ben, tabi ki henüz kitabı okumadım ama bazı okuyan kişilerin yorumlarına bir göz gezdirdim. Kitap konuları hakkında genelde, okuyucu yorumlarından daha iyi bir dayanak olmuyor. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim; Tehlikeli Yalanlar'ın şömizi bir harika... Kitap kapağındaki yağmur taneleri, gerçekmiş gibi kabartmalı yapılmış ve şömize elinizle değdiğinizde  bu yağmur tanelerini hissedebiliyorsunuz. Aşağıdaki resimden de görebilirsiniz.
Siyah Buz ve Tehlikeli Yalanlar

Böylece kapağını beğendiğim kitaplara bir yenisini daha eklenmiş oldum. Bu bilgiyi de sizle paylaştıktan sonra, gelelim yazarımıza...

Ben, Huşh Hush serisini okuduğumdan beri, Becca'ya -yani bu kitapların yazarına- hayranım. O yüzden, o yıllardan beri, yazarın çıkardığı her kitabı almak istiyordum. Kısmet bu zamanlaraymış.
Bu son alışverişle beraber Becca'nın şu ana kadar çıkarmış olduğu bütün kitapları almış oldum. Zaten kadının topu topu çıkardığı altı romanı var. Bunlardan dördü, fantastik konulu kitaplar olan Huşh Hush serisi romanları ve diğer ikisi de gerilim, polisiye türünde olan Tehlikeli Yalanlar ve Siyah Buz adlı romanlarıdır. Ben, Siyah Buz'u daha önce Kitapyurdu'nda Pegasus Yayınevi'nin %50 indirimini yakaladığımda almıştım, bu da zaten geçen ay olmuştu. Siyah Buz'un da resmi hemen yukarıda yer alıyor ve onun da şömizini ayrıca seviyorum.

Tamam mı, Devam mı?

Aslında şu an okuduğunuz bu yazının konusunu, bir önceki yazımda belirlemiş sayılırdım. Ama yine kendime engel olamayıp, bu konuyu atladım ve yeni konulara daldım. Yine de, o konuyu unutmuş değilim ve illa ki bir yazımda, o konuyu da işleyeceğim. Şimdilik o konu, bu yazıda yer almayacak. "Çünkü bu yazıyı kitaplarla başlattım ve kitaplarla devam ettirdim; o yüzden devamında da kitaplardan bahsedip, yazının sonunu da kitaplarla getirelim!" diyorum, ben. Ama eğer ki siz; daha fazla kitap lafı duymak istemiyorsanız, okumayı burada bitirebilirsiniz. "Yok, hayır, ben kitap muhabbetlerine açım!" diyorsanız, buyurun yazımın devamına. Sizin bu açlığınızı bir nebze de olsun geçirebileceğimi sanmıyorum fakat, "Biraz yatıştırırım en azından," diye düşünüyorum.
Şimdi sıradaki konumuza gelirsek, bir liste ile karşınıza çıkmış olacağım. Bu liste; bu ay -yani ocak ayında- okuyacağım kitapların listesi. İlk önce sizle listemi paylaşırım, sonra liste hakkında biraz konuşurum ve en sonunda da, bu listeye uyup uymama durumuna bakarım ve şubat ayının başında da bu listeyi "Ocak Ayında Okunanlar" olarak tekrar sizle paylaşırım.

Ocak Ayı Kitap Listesi

Bu ay listemde olan iki kitabı zaten biliyorsunuz. Birisi, oku oku ancak bitirebildiğim; Karamazov Kardeşler... Bu kitap; kendi belirlediğim, kendi kütüphanemde olan klasik kitaplarla yaptığım bir listenin ilk kitabı. Bu listeyi her ay bir  ya da daha  çok klasik kitabı okumam için yaptım. Böylelikle, bu ay okunacaklar listemde Karamazov Kardeşler, bulunmuş oldu. Bu ayki listemde olan ve sizin de bildiğiniz diğer kitap ise, Işık Tanrısı... O da malum, kitap kulübümün kitabı... Etti iki; üçüncüsü bu ay ilk okuduğum kitap olan, Dan Brown'un Başlangıç adlı romanı oldu.  Bu kitabı da; kışın, soğuk günlerde okumak için bekletiyordum. Çünkü Dan Brown'u böyle havalarda okumak çok güzel oluyor, benim için.
Bundan sonraki kitaplar okunacak olanlar. Çünkü Karamazov Kardeşler'i ve Başlangıç'ı zaten okudum ve Işık Tanrısı'nı da hali hazırda okuyorum. Bakalım listemizin devamında okunacak olan hangi kitaplar varmış?

Işık Tanrısı'nı okuduktan sonra, sıradaki kitap bir romantik kitap olan Nefret Oyunu olacak. Ondan sonra okunacak kitap ise,  Tutsak Bölüm 2 ve Güç ... Bu  kitap,  Artemis Yayınları'ndan çıkan Gizli Çember serisinin ikinci kitabı. Daha önce bu serinin ilk kitabını alıp, okumuştum ve devam etmeye karar verince, bu ikinci kitabı da aldım. O yüzden bu kitap da, bu ayki okuma listeme eklenmiş oldu. Diğer bir kitabım en sevdiğim Türk yazarlardan olan Orhan Kemal'in bir kitabı; Sarhoşlar... Araya bir tane de ince bir kitap atmadan olmazdı, değil mi?
Bu ayın okuma listesinde yer alan son kitap ise, Uçurtma Avcısı... Bu kitabın övgülerini çok duydum ve nihayet artık okuma zamanının geldiğini düşündüm.  
Ocak Ayı Okunacak Kitaplar
Yukarıda gördüğünüz fotoğrafta bu ay okuduğum kitaplar hariç, sadece okunacak olanlar var. Bunlar bu ayın sonuna kadar okunabilirlerse okunacaklar, okunamazlarsa bir dahaki aya sarkacaklar. Yapacak bir şey yok, sonuçta. Bu ay hepsi yetişmeyebilir...
Ocak ayı okunacaklar listem böyleydi ve bir daha ki ayın başında bu listeye ne kadar uyduğumu ya da uymadığımı yine sizlerle paylaşabilirin. Ama şimdilik bu yazıyı sonlandırma zamanım geldi. O yüzden hoşçakalın ve kendinize çok iyi bakın. Seviliyorsunuz...

YAĞMURLU BİR GÜNDE YAPTIĞIM ŞEYLER