Hakkımda

Fotoğrafım
Çaylarınızı kapıp gelin ve sizinle güzelce bir muhabbet kuralım. Hayattan birazcık kopmaya hakkınız olsun değil mi? Bakmayın sayfamda çok aktif olamadığıma ama siz gelirseniz eğer, bu sayfamda daha çok aktif olmamı gereltirecek ve işte o zaman beraberce bir şeyler başarmış olacağız. Dikkat edin; biz diyorum, ben değil! Çünkü bu sayfayı ben oluştursam bile sizsiz hiç bir şey başarılı olamaz. Unutmayın ki, ilk başta ben bu sayfayı kendim için kurmuş olsam da, daha sonra paylaşacak kimsem olmadığı için bana hiç bir yararı olmadı. Bu yüzden size ve paylaşacaklarımıza ihtiyacım var. Haydi o zaman, daha ne bekliyorsunuz! Bir çay koyup gelin yanıma, daha paylaşacak bir çok şeyimiz var. :)
19 mayıs gençlik ve spor bayramı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
19 mayıs gençlik ve spor bayramı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Mayıs 2019 Pazar

19 MAYIS GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI'NI NUTUK'TAN BİR BÖLÜMLE KUTLUYORUZ !

19 MAYIS GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI


Merhabalar Gençlik...
Gençlik dedim, çünkü bugün 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı... O yüzden ben de bu önemli güne uygun bir giriş yapayım dedim. Ayrıca bugünkü yazı konum da zaten bu önemli gün ve bugün sizinle Nutuk'tan bir bölüm paylaşacağım.
O zaman millet, hepinizin ve hepimizin 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun. 💖💖💖

 

 

 

 

 

NUTUK (SÖYLEV) - GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK


...
19 Mayıs 1919'da genel durum ve görünüm - Genel durumu değerlendirme - Düşünülen kurtuluş yolları
...

II. Genel durumu değerlendirme
Bu açıklamalardan sonra genel durumu, daha dar bir çerçeve içine alarak, çabuk ve kolayca, hep birlikte gözden geçirelim:
Düşman devletler Osmanlı Devleti'ne ve ülkesine nesnel ve tinsel (maddi-manevi) yönden saldırmışlar; onu yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve Halife olan kişi, yaşam ve rahatını kurtarabilecek çare aramaktan başka şey düşünmüyor. Hükümeti de aynı durumda. Farkında olmadığı halde başarısız kalmış olan Ulus, karanlık ve belirsizlik içinde, olup bitecekleri bekliyor. Felaketin korkunçluğunu ve ağırlığını anlamaya başlayanlar, bulundukları çevreye ve olaylardan etkilenebilme güçlerine göre, kurtuluş çaresi saydıkları yollara başvuruyorlar... Ordu, adı var, kendi yok durumda. Komutanlar ve subaylar, Genel Savaş'ın bunca sıkıntı ve güçlükleriyle yorgun; yurdun parçalanmakta olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felaket uçurumun kıyısında, kafaları çıkar yol, kurtuluş yolu aramakta...
Burada, pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Ulus ve ordu, Padişah ve Halife'nin hayranlığından haberi olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağlarıyla içten bağlı ve uysal. Ulus ve ordu, kurtuluş yolu düşünürken, kuşaktan kuşağa geçen bu alışkanlık dolayısıyla, kendinden önce yüce Halifeliğin ve Padişahlığın kurtuluşunu ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halife'siz ve Padişah'sız kurtuluşun anlamını kavramaya yetenekli değil... Bu inanca aykırı görüş ve düşüncelerini açığa vuracakların vay haline! Hemen dinsiz, vatansız, hayın sayılır, istenmez.
Bir başka önemli noktayı da söylemek gerekir. Kurtuluş yolu ararken, İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük Osmanlı Devleti'nin yanında, koskoca Almanya, Avusturya-Macaristan varken hepsini birden yenen, yerlere seren İtilaf kuvvetleri karşısında, yeniden onlarla düşmanlığa varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.
devletleri gücendirmemek, temel ilke gibi görülmekteydi. Bu devletlerden yalnız biriyle bile başa çıkılamayacağı kuruntusu, hemen bütün kafalarda yer etmişti.
Bu anlayışta olan yalnız halk değildi; özellikle, seçkin denilen insanlar bile böyle düşünüyordu.
Öyleyse, kurtuluş yolu ararken iki şey söz konusu olmayacaktı:
Önce, İtilaf Devletleri'ne karşı düşmanlık durumuna girilmeyecekti; (sonra da) Padişah ve Halife'ye canla başla bağlı kalmak temel koşul olacaktı.


III. Düşünülen kurtuluş yolları
1. Türlü öneri ve kararlar: Şimdi Baylar, izin verirseniz size bir soru sorayım: Bu durum ve koşullar karşısında kurtuluş için, nasıl bir karar akla gelebilirdi?
Açıkladığım bilgilere ve gözlem sonuçlarına göre, üç türlü karar ortaya atılmıştı:
Birincisi, İngiltere'nin koruyuculuğunu istemek;
İkincisi,  Amerika'nın güdümünü istemek.
Bu iki türlü karara varmış olanlar, Osmanlı Devleti'nin bir bütün olarak kalmasını düşünenlerdir. Osmanlı ülkesinin ayrı ayrı devletler arasında paylaşılmasındansa, bu ülkeyi bir bütün olarak bir büyük devletin kanadı altında bulundurmayı yeğleyenlerdir.
Üçüncü karar, bölgesel kurtuluş yollarıyla ilgilidir. Örneğin: Bazı bölgeler, kendilerinin Osmanlı Devleti'nden koparılacağı görüşüne karşı ondan ayrılmamak yollarına başvuruyor. Bazı bölgeler de, Osmanlı Devleti'nin ortadan kaldırılacağına, Osmanlı ülkesinin paylaşılacağına olupbitti gözüyle bakarak kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlar.
Bu üç türlü kararın gerekçesi, yapmış olduğum açıklamalar arasında vardır.
2. Ya bağımsızlık ya ölüm: Baylar, ben bu kararların hiç birini yerinde bulmadım. Çünkü bu kararların dayandığı bütün gerekçe ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte, içinde bulunduğumuz o günlerde, Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkesi bütün bütüne parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türkün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son olarak, bunun da paylaştırılmasını gerçekleştirmek için uğraşılmaktaydı. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, Padişah, Halife, hükümet, bunların hepsi, içeriğini yitirmiş bir takım anlamsız sözlerdi.
Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne gibi yardım istemek düşünülüyordu?
O halde sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi?
Baylar, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulusal egemenliğe dayalı bağılsız - koşulsuz (tam) bağımsız bir Türk devleti kurmak.
İşte, daha İstanbul'dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.
Bu kararın dayandığı en sağlam düşünüş ve mantık şuydu:
Temel ilke, Türk Ulusu'nun onurlu ve şerefli  bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve gönençli olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık önünde, uşaklıktan öte bir gözle görülmeye layık olamaz.
Yabancı bir devletin güdümüne girmeyi istemek, insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü, uyuşukluğu benimsemekten başka bir şey değildir. Bu aşağılık duruma gerçekten düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir yönetici getirmeleri hiç düşünülemez.
Oysa, Türkün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir.
Öyleyse ya bağımsızlık, ya ölüm!
İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktı.
Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranılacağını düşünelim. Ne olacaktı? Tutsaklık.
Peki efendim, öteki kararlara uymakla da sonuç bu olmayacak mıydı?
Şu ayırımla ki, bağımsızlığı için ölümü göze alan ulus, insanlık onur ve şerefinin gereği olan her özveriye
başvurduğunu düşünerek avunur ve tutsaklık zincirini kendi eliyle boynuna geçiren uyuşuk, onursuz bir ulusa oranla, dost ve düşman gözündeki yeri elbette (çok) başka olur.
Sonra, Osmanlı soyunu ve devletini (hanedan ve saltanatını) sürdürmeğe çalışmak, elbette Türk Ulusuna karşı en büyük kötülüğü yapmaktı. Çünkü ulus, her türlü özveriye başvurarak bağımsızlığını sağlasa da, Padişahlık sürüp giderse, bu bağımsızlık güvenceli sayılamazdı. Artık, yurtla, ulusla hiçbir duyunç (vicdan) ve düşünce bağı kalmamış bir sürü delinin, devlet ve ulus bağımsızlığının ve onurunun koruyucusu durumunda bulundurulması nasıl uygun görülebilirdi?
Halifeliğe gelince; bilim ve tekniğin ışığa boğduğu gerçek uygarlık dünyasında bunun gülünç sayılmaktan başka niteliği kalmış mıydı?
Görülüyor ki, verdiğimiz kararın uygulanmasını sağlamak için, ulusun daha alışık olmadığı sorunlara el atmak gerekiyordu (ve) kamuca konuşulmasında büyük sakıncalar bulunacağı düşünülen sorunların söz konusu edilmesinde kesin zorunluluk vardı. (Şöyle ki):
Osmanlı Hükümetine, Osmanlı Padişahına ve Müslümanların Halifesine başkaldırmak ve bütün ulusu ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu.
Türk atayurduna ve Türkün bağımsızlığına saldıranlar kimler olursa olsun, onlara bütün ulusça silahlı olarak karşı çıkmak ve onlarla savaşmak gerekiyordu. (ancak) bu önemli kararın bütün gereklerini ve isteklerini ilk gününde açıklamak ve söylemek, elbette yerinde olmazdı. Uygulamayı bir takım evrelere ayırmak ve olaylardan yararlanarak ulusun  duygu ve düşünceleri üzerinde işlemek ve adım adım ilerleyerek amaca ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. Nitekim öyle olmuştur. Ama, dokuz yıllık tutumumuz ve yaptıklarımız bir mantık zinciri içinde irdelenirse, ilk günden bugüne dek izlediğimiz genel gidişin, ilk kararın çizdiği çizgiden ve yöneldiği amaçtan hiç ayrılmamış olduğu kendiliğinden belirir.


3. Kaçınılmaz tarihsel süreç ve büyük ulusal giz:  Burada, kafalarda yer tutabilecek kimi duraksama düğümlerinin çözülmesini kolaylaştırmak için bir gerçeği hep birlikte gözden geçirmeliyiz:
Beliren ulusal savaşın tek amacı, yurdun yabancı salgınından kurtarmak olduğu halde, bu savaşın, başarıya ulaştıkça, ulusal istence (iradeye) dayalı yönetimin bütün ilkelerini ve biçimlerini evre evre bugünkü döneme değin gerçekleştirmesi, doğal ve kaçınılmaz bir tarih süreci idi. Bu kaçınılmaz tarih sürecini, geleneksel alışkanlığıyla, hemen sezinleyen padişah soyu, ilk andan başlayarak ulusal savaşın amansız bir düşmanı oldu. Bu kaçınılmaz tarih akışını, ilk anda ben de gördüm ve sezinledim. Ama, baştan sona, bütün evreleri kapsayan sezgilerimizi ilk anda bütünüyle açığa vurmadık ve söylemedik. İleride olabilecekler üzerine çok konuşmak, giriştiğimiz gerçek ve nesnel (maddi) savaşa boş kuruntular niteliği verebilir ve dış tehlikenin yakın etkileri karşısında üzüntü duyanlar arasından da, alışkanlıklarına, düşünsel yeteneklerine, ruhsal durumlarına uymayan olası değişikliklerden ürkeceklerin ilk anda direnmelerine yol açabilirdi. Başarı için uygun ve güvenilir yol, her evreyi vakti geldikçe uygulamaktı. Ulusun gelişmesi ve yükselmesi için esenlik yolu buydu. Ben de böyle yaptım. Ancak tuttuğum bu uygun ve güvenilir başarı yolu; yakın çalışma arkadaşım olarak tanınmış kişilerden kimileriyle aramızda, zaman zaman görüşlerde, davranışlarda, yapılan işlerde beliren temelli veya ikinci derecede bir takım anlaşmazlıkları, kırgınlıkların, dahası, ayrılıkların da nedeni ve açıklaması olmuştur. Ulusal Savaşa birlikte başlayan yolculardan kimileri, giderek ulusal yaşamın bugünkü cumhuriyet yasalarına dek uzayan gelişmelerinde, kendi düşün ve ruh yeteneklerinin kavrama sınırı bittikçe, bana direnmeye ve karşıt olmaya başlamışlardır. Bu noktaları, aydınlanmanız için, kamuoyunun aydınlanmasına yararlı olmak için,  sırası geldikçe, birer birer göstermeye çalışacağım.
Bu son sözlerimi özetlemek gerekirse diyebilirim ki ben, ulusun duyuncunda ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini, bir ulusal giz gibi kendi duyumcumda taşıyarak yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulatmak zorundaydım.


DAHA NE SÖYLENEBİLİR Kİ?

Değil mi ama? Daha ne söylenebilir, daha ne denebilir ki? Bence bütün Türk milletinin okuması gereken bir eser. Sonuçta bu eserde tarhimizin bir bölümü, o dönemi yaşamış ve o dönemdeki en önemli şahsiyetten anlatılıyor.
Mustafa Kemal ATATÜRK...
Seviliyor ve sevilmeye devam edilecektir.
Tekrar, bütün milletimizin 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun.
Kendinize ve sevdiklerinize ve ülkenize ve vatandaşlarınıza iyi bakın canlar, seviliyorsunuz...
😘😘😘

YAĞMURLU BİR GÜNDE YAPTIĞIM ŞEYLER