Çaylarınızı kapıp gelin ve sizinle güzelce bir muhabbet kuralım. Hayattan birazcık kopmaya hakkınız olsun değil mi? Bakmayın sayfamda çok aktif olamadığıma ama siz gelirseniz eğer, bu sayfamda daha çok aktif olmamı gereltirecek ve işte o zaman beraberce bir şeyler başarmış olacağız. Dikkat edin; biz diyorum, ben değil! Çünkü bu sayfayı ben oluştursam bile sizsiz hiç bir şey başarılı olamaz. Unutmayın ki, ilk başta ben bu sayfayı kendim için kurmuş olsam da, daha sonra paylaşacak kimsem olmadığı için bana hiç bir yararı olmadı. Bu yüzden size ve paylaşacaklarımıza ihtiyacım var.
Haydi o zaman, daha ne bekliyorsunuz! Bir çay koyup gelin yanıma, daha paylaşacak bir çok şeyimiz var.
:)
Bugün, hem ayın ortası sayılır hem de haftanın ortası.... O yüzden; "Şu ana kadar bu ay nasıl gitti?" diye bir sorayım dedim. Ona göre ayın kalan günleri de nasıl gidecek bir yorum yaparız beraber. Bundan hariç tabi ki bu hafta için de yorum yapabiliriz keza bu pazar 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı var. Zaten ben de bu özel günle ilgili bir yazı da koymak istiyorum. Bakalım planlarımda bir değişiklik olmazsa o günü haftalık planlarımın arasına alıp sizinle burada 19 Mayıs'ı kutlamak istiyorum.
NEEEEEEE? YİNE Mİ?
Şimdi gelelim bugüne...
Bugün neyden bahsedelim diye çok düşündüm ama sonra kendi kendme dedim ki; "Çok düşünecek bir şey yok. Bugün çarşamba ve kısa yazı günü... Kendini çok fazla kasma... Bugün hem yazıyı kısa tut, hem de okuyucularının kafasını fazla yorma," dedim ve bu şekilde düşünerek konuyu belirlemiş oldum.
Konumuz, yeni yaptığım kitap alışverişi... Biliyorum, biliyorum... Artık uzunca bir süre kitap alışverişi yapmayacağım demiştim ama istediğim kitapların fiyatlarını yarı yarıya indirimde bulunca dayanamadım, ne yapılabilir? Sonuçta bu kadar indirim olmasa gerçekten almazdım. Zaten şu ana kadar kendimi acayip tuttum ve acayip franledim. En sonunda böyle bir indirim de bana pes ettirdi.
Bu arada daha önce yaptığım alışverişi ve kitap almama kararımı bilmeyenler ve merak edenler yandaki emojiye tıklayıp o yazıya giderek okuyabilirler. 💖
Ayrıca o yazımın bir bölümünü de yana fotoğraf olarak koydum. Yani o yazımın neyle ilgili olduğunu yanda duran fotoğraftan öğrenebilirsiniz.
👈
👈
👈
👈
👈
Bu bilgileri de araya eklediğimize göre, gelelim alışverişime; nerden yaptığıma, ne aldığıma, ne kadar aldığıma, esas fiyatının ne olduğuna bir bakalım beraber haydi....
YİNE BİR ALIŞVERİŞ KLASİĞİ: KİTAPLAR
Öncelikle belirteyim ki, bu öyle fazla fazlalı bir alışveriş olmadı. Sadece iki kitap aldım ama benim için efsane kitaplardı. Zamanı gelince bunları nasıl alacağım diye kara kara düşündüğüm kitaplardı. Ama işte şans, bazen böyle denk geliyor. Gerçi asıl şansı kitaplar elime geldiğinde göreceğim. Bu yazıyı yazarken kitaplar henüz elime ulaşmadı. Ama ulaşınca bu yazıyı güncelleyeceğim ve o yazıyı bu yazının en sonuna atarım.
Şimdi gelelim esas konumuz olan, kitap alışverişine... Ben diyorum ki, ilk olarak nerden aldığımla başlayayım. Eee o zaman buyrun bakalım...
👇👇👇
YİNE BİR ZEBRAMO
Evet, başlıktan da anlaşıldığı üzere kitaplarımı Zebramo'dan ikinci el olarak aldım. Umarım kötü gelmez çünkü en çok korktuğum şey bu! Sonuçta ben bu iki kitabı da neredeyse yarı fiyatına aldım. O yüzden insan bir korkuyor gibi. Ama kitapların fotoğraflarına baktığımda hiç bir aksilik yok gibiydi. Umarım iyi gelir. Bunun için bana dua edin, canlar. 🙏🙏
Aldığım kitaplar 2. ve 3. cilt
Biliyorum, merak ediyorsunuz, aldığım kitapları. O yüzden sizi daha fazla merakta bırakmadan söyleyeyim; Zaman Çarkı Serisi 2. ve 3. kitaplarını aldım. İlk kitabını gecen ay almıştım ve tabi ki okunacak o kadar çok kitap olunca onu daha okuyamadım. Ama kitap okuyan her arkadaşımın istisnasız tavsiyesi olan bir seri olduğu için gözüm kapalı aldım. Arkadaşlarıma güveniyorum ve bu seriyi gerçekten seveceğimi biliyorum. Ama bu seriye karşı benim sıkıntılarım büyük. İlk başta seri 14 kitap ve seri içinde en düşük sayfa sayısı 700-800 arası, en fazla ise 1000'lere ulaşıyor. Bundan hariç ben ciltli versiyonlarını alıyorum ve bu da bütçeye göre biraz pahalı oluyor. Zaman Çarkı'nın ilk kitabı olan Dünyanın Gözü'nü en uygun, 38 tl'ye bulabilmiştim ve bulunca da aldım. Serinin yeni aldığım bu iki kitabı ise en uygun sitede toplamda, 92 tl ve ben ise 72'ye aldım. Bence iyi almış gibi hissediyorum. Neyse kargo ücreti falan yine biraz karla kitaplarımı almış olacağım. Ama dediğim gibi gelecek olan kitaplar ikinci el ve bu biraz gözümü korkutuyor açıkçası.
Aldığım kitaplar 2. ve 3. cilt
Bir de Zebramo'daki satıcı aslında ilk 3 kitabı satışa sunmuştu ve üçüne toplamda 111 tl istiyordu. Ben de şansımı denemek için, "Sadece 2. ve 3. kitabı satma ihtimali var mı?" diye sormuştum ve satıcı direkt, "72 tl'ye verebilirim," dedi. Tabi ki bu da benim işime geldi ve arkadaşlarıma sorup onlarla da fikir alışverişi yaptıktan sonra kitapları aldım.
Şimdi size biraz bu seri hakkında bahsetsem mi ya da kitap sıralamasını mı versem? Çünkü kitap hakkında kendimi çok bilgili hissetmiyorum çünkü daha seriyi okumaya başlamadım ama bu seriyi tamamlamak istediğimi biliyorum ve bu yüzden seri sıralamasını size yazabilirim. İlgilenenler illa ki olur diye düşünüyorum. Hem size bir kıyak daha yapar ve bu serinin İlknokta'daki fiyatlarını da yazarım. İlknokta'da bu seri %40 indirimli ve İlknokta,İthaki Yayınları'nın bağlı olduğu yayın grubunun sitesi olduğu için daha güvenilir oluyor. Ayrıca fiyatları da, diğer sitelere göre bu yüzden daha uyguna geliyor.
ZAMAN ÇARKI SERİSİ
Zaman Çarkı toplamda 14 kitaptan oluşan İthaki Yayınları'ndan çıkan yazarı Robert Jordan olan bir epik fantastik seridir. İthaki kitapları hem ciltli hem de ciltsiz olarak basıyor. Ama kitaplar genelde kalın olduğu için ciltsiz olanlar ikiye bölünmüş durumdalar. Yani ciltli olarak 14 kitap alıyorsanız, ciltsiz olan kitaplarda bu sayı artmış oluyor. Ayrıca ciltsiz kitapların okurken yıpranma olasıkları daha yüksek. Bu yüzden ben aradaki fiyat farkına rağmen ciltli tercih ediyorum. Kitap sıralaması ise aşağıdaki gibidir...
Sizine kitap sıralmasını burada paylaştım ama eğer kitabın konusu hakkında bir şeyler öğrenmek istiyorsanız. Sizin için Kayıp Rıhtım'ın Zaman Çarkı'yla ilgili makalesinin bağlantısını paylaşıyorum. Alttaki emojiye tıklarsanız, sayfa önünüze açılacaktır. Buyrun o halde, 👍 !!!
Ayrıca yine Kayıp Rıhtım'ın Zaman Çarkı'nı neden okumalıyız adlı bir makalesi de var. Onunda bağlantısını buraya bırakıyorum. Yine yandaki emojiden ona ulaşabilirsiniz. 👌
BİTİRELİM O HALDE
Bu yazımızın da sonuna gelmiş bulunuyoruz. O halde size iyi günler diyorum ve ben de Game Of Thrones'u izlemeye kaçıyorum. Bugün dizinin 5. bölümünü izleyeceğim. Bir ara onunla da ilgili sohbet ederiz. Belki dizinin finali üzerine güzel bir yazı hazırlarım. Kim bilir; ilerde neler görürüz, neler olur?
Kendinize ve sevdiklerinize çok iyi bakın canlar, seviliyorsunuz... 😘😘😘
GÜNCELLEME
Evet canlar... Geldi gönlümün efendileri ve hepsi de hiç hasarsız, sanki birinci el kadar iyi kondisyonda geldiler. Nereye bayılıyorsak artık ben orayabaylmış bulunuyorum. Bu güncellemeyi de sizinle paylaştım ve ben kaçıyorum. Aldığım kitapların fotoğrafını hemen aşağıya bırakıyorum, ordan bakarsınız. 😉
Sendromlu bir pazartesi günü daha bitti gibi ha? Peki bugününüz gerçekten sendromlu muydu? Yoksa; "Aman! Alıştık artık," modunda mıydı? Haydi cevapları bir görelim bakalım. Ama yine de bu cevaplarla pek işimiz yok artık, ne de olsa bugünü de atlattık geçti ve ne var biliyor musunuz? Bugünü sizin için daha da iyi yapmaya çalışacağım ve bu yüzden bugün sizinle yazdığım romantik bir hikayeyi paylaşacağım. Aslında yazdığım değil, yazacağım bir hikaye olacak. Çünkü direkt bugünün konusu altında bu yazıda yazacağım hikayeyi... O yüzden sizi daha fazla bekletmeden geçelim mi hikayemize..
ÇAYIMIN ŞEKERİ
En son ne zaman bu kadar heyecanlandım? Hatırlamıyorum. Bugün öğleden beri kafamı yokluyorum ama yok. Belki de erkek arkadaşlarım haklıdırlar; hayatımızda en çok ve en uzun heyecanı sevdiğimiz kadına evlilik teklifi yapacağımız gün yaşıyoruzdur. Sanırım siz de olayı anladınız. Ben bugün sevdiğim kadına evlilik teklifi edeceğim ve bunun için dünden beri düşünüp hazırlıklar yapıyorum. İyi ki yanımda Bilge var da bana her konuda yardımcı oluyor. O olmasaydı, ne yapardım? Hiç bilmiyorum. Sonuçta bu kız liseden beri hayatımda ve o andan itibaren hep yanımdaydı. Nerden baksam bu da on yılı aşkın bir süre demek oluyor ve benim bu heyecanlı günümde de beni yalnız bırakmadı.
Akşamüzeri sevgilime evlilik teklifi edeceğim yere varır varmaz, Bilge'nin çoktan oraya geldiğini gördüm ve neredeyse bütün her şeyi hazırlamıştı bile.
"Ah! Sonunda gelebildin şaşkın damat."
"Daha dur be kızım. Henüz damat olmadık."
"Ama bu geceden sonra olacaksın!"
"Umarım..."
"Ne o? Yoksa kabul etmeyeceğini mi düşünüyorsun?"
"Öyle bir ihtimal de söz konusu değil mi? Ya kabul etmezse, Bilge? Ben ne yaparım o zaman?"
"Çok fazla düşünüyorsun. Takılma bu kadar. Kabul etmezse, benimle evlenirsin olur biter. Seni ortada bırakmayız, arkadaşım."
"Hahahaha, çok komiksin bugün. Neyse bunu boşver de şimdi, neler yaptın? Hazırlıklar tamam mı? Anlatsana haydi!"
Bilge, benden yarım saat önce falan dün akşam arayıp durumu anlattığım restoranda gelmişti ve gelir gelmez de her şeyi ayarlamaya başlamıştı. Evlilik teklifini, deniz kıyısında masaları olan bir restoranda yapacaktım çünkü Sevgi buraya bayılır. Onun en çok sevdiği masayı -tam denizin kıyında olan ve ayaklarınıza suyun değdiği masa- ayarladım. Masanın süslemesi için de garsonlara Bilge yardımcı olmuş ve şu an masamız mumlarla dolu. Güneş batınca da ışıl ışıl olacak. Ayrıca Bilge bana bir kıyak daha geçmiş ve restorandın bugün gelen bütün müşterileri iç tarafa almaları için ikna etmiş. Yani sahilde sadece Sevgi ve ben olacağız. Bu hazırlıklardan hariç bir de akşam için çalmalarını istediğim müziği de ayarlamışlar. Ne zaman çalacaklarını onlara ben çaktırmadan yapacağım bir el hareketiyle haber vereceğim.
"Nasıl Bilge? Müzik seçimi iyi mi?"
"Ben romantik biri değilim. Bu soruyu bana mı soruyorsun?"
"Evet. Hadi söyle!"
"Güzel. Ben sevdim. Bu ortama uygun bir şarkı ve ayrıca sözleri de anlamlı... Sadece bu şarkıyla beraber dans etmelisiniz ve ayrıca şarkıya sen de eşlik et, tamam mı? Bu daha güzel olur."
"Tamamdır. Bütün tavsiyelerini tutacağım."
"Bu arada yüzük nerede? Bir bakayım, görmek istiyorum onu."
"Dur bir dakika, cebimde çıkarayım. İşte al."
"Ne yani tektaş mı aldın?"
"Ne almam gerekiyordu ki?"
"Tamam neyse. Ben daha çok tamtur seviyorum da, o yüzden dedim. Ama Sevgi beğenir, seçimin güzel olmuş."
"Merak etme onu ben de düşündüm ama evlilik yüzüğü olarak tamtur almaya karar verdim. Böylelikle hem tektaşı olacak hem de tamtur pırlanta yüzüğü... Nasıl fikir?"
"Harika! Seni düşünceli adam, seni... İkiniz de çok şanslısınız."
"Yapma ama böyle Bilge. Sen de kafana uyan, seveceğin birisini illa ki bulacaksın."
"Sanmıyorum. Beni ilerde kedilerimle beraber yaşlanacağım bir hayat bekliyor. Belki münzevi birisi bile olurum."
"Ya da?"
"Ya da, ne?"
"Biz evlenince bizim yanımıza taşınırsın. Evimizin bir odasını sana veririz. Hep beraber yaşarız, ne olacak ki?"
"Siz bir evlenin de bakalım."
Biz böyle sohbet ederken Sevgi'nin gelmesine de az bir zaman kalmıştı artık. Tam ben kıyafetim için Bilge'den fikir alacakken bir adam Bilge'ye yaklaştı ve ona selam verdi. Ama bizim kız bu adamı tanımışa pek benzemiyordu bile.
"Merhaba, sen Bilge'sin değil mi?"
"Evet. Ama sizi tanıyamadım. Tanışıyor muyuz?"
"Evet. Bir hafta önce bir arkadaşın doğum gününde karşılaşmıştık. Sohbet etmiştik biraz. Hatırladınız mı?"
"Tamam, evet, şimdi hatırladım. Kerim'di, değil mi?"
"Evet. Nasılsın? O günden sonra bir daha senden haber alamadım."
"İyiyim. Teşekkür ederim. Bu aralar biraz yoğunum. İşler güçler, anlıyorsun ya?"
"Anlıyorum. Belki daha sonra yine karşılaşırız. Belki beraber yemek falan yeriz, ne dersin?"
"Olabilir. Neden olmasın?"
"O zaman daha sonra görüşürüz diyelim mi?"
"Tamamdır. Görüşürüz..."
Bilge ve adını sonradan öğrendiğim Kerim denen adamın bu ufak konuşmalarına durduğum yerden kulak kabartmıştım. Çünkü Bilge'nin tanımadığı bir adamla konuşması çok ender bir durumdu. Bu yüzden de onların bu karşılıklı konuşmaları dikkatimi çekmişti. Ama konuşma biter bitmez, Bilge adamı unutup benim yanıma geldi. Ben de daha fazla dayanamadan, olayı tam olarak anlamak için Bilge'ye sordum.
"O kimdi? Nerden tanışıyorsunuz?"
"O mu? Biraz önce konuştuğum kişi mi? O geçen gün, Naz'ın doğum günü partisinde tanıştığım birisi."
"Senden hoşlanmışa benziyor."
"Ama ben ondan hoşlanmadım."
"Bu adamın nesi var, Bilge? Gözünün üstünde kaşı mı var?"
"Evet. Doğru tahmin, bütün ödüller Serdar'a... Doğru bildin arkadaşım."
"İşi espriye vurdurup benden öyle kolay kaçamazsın. Bu adamın nesi vardı? Söyle bakalım..."
"Boş ver şimdi onu. Bugün, senin günün... Bugün benden konuşmayacağız. Bak birazdan Sevgi gelecek zaten."
"Sevgi'nin gelmesine daha var ve bugün benim günüm de olsa, sana ayıramayacağım hiç bir anımın olmadığını biliyorsun. O yüzden fazla uzatma da dökül bir an önce. Yoksa benden kurtulamazsın. Bak sırf bu yüzden teklifi iptal ederim, o kadar uğraştığın teklifi!"
"Tamam peki...Hoşlanmadım çünkü onunla hiç bir ortak noktamız yok. Kıyafetini görmedin mi? Takım elbise giymiş, sanki düğüne gidiyor. Bir de bana bak bir kot pantolon, parmak arası bir terlik ve bir beden büyük bir tişört... Anladın mı? İkimizi yan yana görünce bile, birbirimizden farklı olduğumuzu anlıyorsun."
"Hey, takım elbise giyenleri yargılama! Bak ben de bugün takım elbise giymeyi düşündüm."
"Sakın! Nerde kıyafetlerin? Hemen bir bakayım."
"Restoranın bana ayırdığı şu küçük odada gel."
"Olmaz, olmaz, olmaz. Bunlar olmaz, Serdar! Takım elbise ve papyon mu? Cidden mi? Hayır, bu resmi bir tören değil. Bu kadar abartma ve ayrıca bu ortama bu kıyafetler olmaz. Ne yani ayağına deniz suları çarparken o masada kumaş pantolonla mı oturacaksın? Hayır!"
"O zaman ne yapacağız?"
"Şu an üzerindeki kot pantolon iyi. Takım elbisenin beyaz gömleğini de üzerine giyersin ve üsten iki düğmeyi de açıp bir de gömleğin kollarını da sıvadın mı, bu iş tamam olur."
"Sağ ol Bilge! Sen olmasan ne yapardım ben?"
"Evlenemezdin sadece, o kadar. Haydi, giyin bir an önce. Az kaldı, Sevgi gelecek."
"Tamam. Hemen giyinip geliyorum."
Odada yanlız başıma kalınca hemen üstümü değiştirdim ve gömleği giydim. Gömleği giydikten sonra Bilge'nin dediği gibi üsten iki düğmeyi açtım ve kollarımı da sıvadıktan sonra odadan çıktım.
Bilge'yi sahildeki masalara bakan terasta buldum ve ona nasıl göründüğümü sordum.
"Olmuş ama kollarını düzgün yapamamışsın. Ver bakayım, düzelivereyim hemen. Tamam, işte şimdi oldu. Ne kadar kaldı Sevgi'nin gelmesine?"
"Beş, altı dakika falan."
"Tamam, sen masaya geç artık. Bir de yüzük yanında değil mi?"
"Evet, kotumun cebinde duruyor. Bak işte, burada."
"Tamamdır. Haydi bakalım, Serdar!"
"Bu arada sen burada olacaksın değil mi? Nerde bekleyeceksin?"
"Şurada karanlık bir yer var ya, çalışanlar bana orayı ayarladılar. Sen müzik için işaret verdiğinde ben de orada olacağım."
"Peki ya video ve fotoğraflar?"
"Onlar da ayarlandı. Çalışanlar video için bir kamera şuraya kurdular. Sevgi geldiği an kamera çekime başlayacak. Fotoğraf içinde birisini ayarladık. O da müzikle beraber ortaya çıkacak."
"Ah, tamam. Her şey hazır yani..."
"Evet, her şey hazır... Hadi artık sen masana geç!"
"Tamam, gidiyorum. Bana şans dile."
"Tabi ki. Umarım bu gecenin sonunda sevdiğin kadınla beraber mutlulukla dolu bir ömür senin olur, arkadaşım."
Bilge'nin bu dileğiyle beraber batan güneşin oluşturduğu manzarayla masama doğru yürüdüm ve uzun süren heyecanımın yatışmasını bekledim. Güneş tam batmıştı ki Sevgi geldi ve klasik soru cevap olayını hemencecik atlattık ve ben siparişlerimizi söyledim.
Siparişlerimiz geldikten sonra bir yandan yemeklerimiz yerken bir yandan da ben heyecanımı yatıştırmak için aklımı meşgul etmeye çalışıyordum. O sıra yemekte Bilge'yi düşündüm. Onun benim için yaptıklarını, benim onun için yaptıklarımı... Her sıkıntımızda, mutluluğumuzda birbirimizin yanında oluşumuzu... Onun hakkını hiç bir zaman ödeyemeyeceğimi biliyordum ve bir gün onunda mutlu olmasını istememe rağmen ona layık olabilecek hiç bir erkeğin bu dünyada olamayacağını düşünüyorum. Bu düşüncelere kendimi kaptırdığımı, Sevgi bana bir şeyler söyleyince fark ettim.
"Efendim aşkım, bir şey mi dedin?"
"Diyorum ki, bugün nöbetim var. Yemeği yedikten sonra hemen hastaneye gitmem lazım."
"Pardon aşkım! Bugün nöbetin olduğunu bilmiyordum."
"Sormadın ki hiç?"
Evet, sormamıştım. Evlilik teklifine o kadar kafamı takmıştım ki bu ihtimal aklıma bile gelmemişti. Yapacak bir şey yoktu. Sevgiliniz hemşireyse bu duruma alışmanız gerekiyordu. Ama Sevgi'yle ilişkimiz iki yıldır sürmesine rağmen ben henüz buna alışamamıştım. Bu da demek oluyordu ki, evlilik teklifini bir an önce yapmalıydım yoksa hiç yapamayacaktım. Hemen müzik için olan işaretimi verdim ve aradan bir dakika bile geçmeden şarkı çalmaya başladı. Şarkı çalar çalmaz ben de Sevgi'yi dansa için kaldırdım ve beraber dans etmeye başladık.
Dans ederken Bilge'nin söyledikleri aklıma geldi ve ben de şarkıya eşlik etmeye çalıştım. Karşımdaki kadının gözlerine bakarak şarkının nakaratını ona hitaben söylemeye başladım.
"Çayımın şekeri, gitarımın teli; yazımın sıcağı, kışımın ocağı; denizimin sesi, melodimin esi..."
"Dur, Serdar. Bir dakika bu ne demek oluyor?"
"Ne, ne demek oluyor aşkım?"
"Sen bana şarkı söylemezsin. Hiç söylemedin. Başka bir şey var."
"Aslında evet. Var," dedim ve ondan uzaklaşıp önünde diz çöktüm tam yüzüğü cebimden çıkartacakken Sevgi elimi tutup beni durdurdu.
"Yapma! Bunu yapma Serdar."
"Ne yapacağımı nerden biliyorsun ki de yapma diyorsun? Ne oluyor Sevgi?"
"Evlilik teklifi etmeyecek misin?"
"Bunu nasıl bildin?"
"Biz kadınlar bunu anlarız ama önemli olan şimdi bu değil. Önemli olan bu teklifi yanlış kişiye yapıyor olman!"
"Bu ne demek?"
"Bırak şimdi yüzüğü yerinde dursun. Müziği de kapattır. Gel biraz daha şu masada oturup konuşalım seninle..."
Sevgi bana bunları söyledikten sonra hiç bir şey anlamadan yerimden kalktım ve müziği kapatmaları için işaret verdim. O sırada fotoğraflarımızı çekecek olan fotoğrafçı da geldiği gibi gerisin geri gitmeye başlamıştı ve ben tekrar masama oturdum. Sevgi'den bir açıklama beklemek üzere bütün dikkatimi ona verdim.
"Serdar, daha fazla buna katlanamam artık. Bu yanlış! Seni ne kadar sevsem de seninle evlenemem. Çünkü bu evliliğin sürmeyeceğini adım gibi biliyorum. Sadece belki bir gün gerçekten beni seversin diye bekliyordum. Ama bugün anladım ki o gün hiç bir zaman gelmeyecek. Çünkü daha sen kendin bile farkında değilsin!"
"Anlamıyorum Sevgi, ne diyorsun sen? Ben seni nasıl sevmem?"
"Bilge'yi sevdiğin kadar en azından beni sevmiyorsun ve beraber olduğumuz zamandan beri hep onu sevdiğini biliyordum. Ama bir gün gerçekten beni seversin diye beklemiştim. Ama artık buna dayanamam. Onu sevdiğini bile bile seninle evlenemem. Sen farkında değilsin şu an ama bir düşün. En mutlu olduğun an ne zamandı? Ya da en huzurlu olduğun an ya da ne bileyim işte yaşamaktan en çok keyif aldığın an? En çok üzüldüğün an, mesela? Bunları bir düşün lütfen şu an!"
Düşündüm, gerçekten düşündüm. Mesela en çok mutlu olduğum an, Bilge'nin hayatıma girdiği lise dönemlerimdi. Onunla yaşadığım her andan keyif alıyordum ve hala alıyorum. Bilge'yle ilk kez sarhoş olduğumuz zaman aklıma geldi sonra. İkimizde o gece sarhoş olmuştuk ama Bilge benden daha fazla kaçırmıştı içkiyi ve bu yüzden ben sabaha kadar onun yanında kalmıştım. Sabah kalkınca onun o gülen yüzünü gördüğümde bütün her şeyden daha çok bir huzur içime doğmuştu ve ilk kez sarhoş olduğumuz o gece hayatımın en keyifli zamanlarından biriydi ve hayatımın diğer keyifli zamanları da yine Bilge'yle beraber olan zamanlardı. En çok üzüldüğüm anda da yine Bilge vardı. O zaman ki derdim ise, onunla aynı üniversiteye gidememekti. Ama şanslıydık ki ikimizde aynı yeri kazanmıştık ve onunla olduğum her vakit bana yaşanılası geliyordu. Sonra farklı bir şey düşündüm o hayatımda olmasaydı ya da o hayatımdan şu anda tamamen çıksaydı, işte o zaman ne olurdu? Hayır, bunu düşünmek bile istemiyordum.
"Düşündün mü? Düşündüğünü ve artık gerçekleri gördüğünü görebiliyorum Serdar. Bilge buralarda değil mi? Eminim ben gelmeden ona bizim yanımıza taşınmasını da söylemişsindir. Hep beraber aynı evde, ne güzel değil mi? Bunu niye söylediğini biliyor musun ona? Çünkü..."
"Onsuz yapamayacağımı biliyordum. Sadece kendime bunu itiraf edememiştim. Ama Sevgi o benim arkadaşım. Ona farklı bir gözle bakıyor olmam, onun da bana öyle baktığı anlamına gelmez."
"O da seni seviyor. Siz erkekler bunu anlamazsınız ama biz kadınlar anlayabiliyoruz. Şu anda yanlış kişiyle konuşuyorsun. Bilge nerde? Bana yerini söyle, lütfen!"
"Şu ileride, gölgeli olan yerde... Bir dakika, nereye gidiyorsun?"
"Bekle geliyorum şimdi. Sen biraz daha düşün bu sürede..."
O böyle dedikten sonra ben yeniden düşünmeye başladım ve evet, yeniden Sevgi'ye hak verdim. Az kalsın yanlış bir hata yapıyordum. Sevgi'yi sevsem de ona aşık değildim. Çünkü şu ana kadar ben bir kıza aşık olmuştum ve zaten o da bütün bir hayatımı kapsamıştı. Hayatımdaki bütün her şeyi onunla yapmış, yapamadıysam bile ilk onunla paylaşmıştım. Hep ilk önceliğim o olmuştu. Her zaman önemsediğim ilk kişi de oydu ve ben bunu hiç fark etmemiştim, ta ki bu zamana kadar. Nasıl bu kadar salak olabildim? Hayatımın çoğunu birlikte geçirdiğim ve geri kalan hayatımı da birlikte geçirmek istediğim tek kız oydu. Bunu arık biliyordum ama ya o? O ne düşünecekti?
"Serdar, iyi misin? Sevgi biraz önce gitti."
"Ne? Sevgi gitti mi?"
"Evet ve beni, senin yanına gönderdi. Ne oldu?"
Ona hiç bir şey demedim, sadece elimi kaldırdım ve içerideki garsonlara müziği çalmaları için işaret verdim. Ardından müzik aramızda yayılmaya başlarken onu elinden tuttum ve dans etmeye başladık.
Bilge benimle dans etmeye başladıktan sonra bir şeylerin farkına vardı. Ama yine de benden uzaklaşmadı. Sadece bana ne yaptığımı sordu.
"Sevdiğim kadınla dans ediyorum."
"Serdar..."
"Beni seviyor musun, Bilge?"
"Sevdiğimi biliyorsun zaten. Bu nasıl bir s.."
"O şekilde demediğimi çok iyi biliyorsun. Kaçamak cevap verme yine! Beni seviyor musun?"
"Evet."
"Ne zamandır?"
"İlk tanıştığımızdan beri... Ohhhh! Bunu sana hiç bir zaman söyleyemeyeceğimi düşünmüştüm. Onca yıl bunu içinde saklamak nasıldı biliyor musun?"
"İlk tanıştığımızdan beri mi?"
"Evet. Seninle ilk karşılaştığım an senden hoşlanmıştım ama sonra nasıl olduysa arkadaş oluverdik ve ben sana olan duygularımı bastırmaya çalıştım. Ama yine de bu duygular hiç bir zaman sönmedi."
"Az kalsın ben başkasıyla evleniyordum, hem de senin gözünün önünde ve senin yardımlarınla?"
"Biliyorum. Ama benim için önemli olan senin mutluluğundu."
"Bu şekilde mutlu olacağımı düşünüyordun değil mi?"
"Evet."
"Ama bu sefer yanıldınız, Bilge Hanım..."
Bu son sözle beraber şarkının nakarat kısmı başlamıştı ve ben de Bilge'nin gözlerinin içine bakarak şarkıya eşlik ettim.
"Çayımın şekeri, gitarımın teli; yazımın sıcağı, kışımın ocağı; denizimin sesi, melodimin esi; her şeyimsin sen... Ana, baba, bacı, acımın ilacı; evimin huzuru, aşkımın muzuru; bilgimin kusuru, sular gibi duru; her şeyimsin sen..."
Bilge bunun üzerine gülmeye başladı ve ben de kendimi daha fazla tutamadan gülümsedim ve ondan uzaklaşıp dizlerimin üstüne çöktüm ve nihayet bu sefer gerçekten sevdiğim kadına evlilik teklifi edecektim.
"Hayır!"
"Ama bu akşam bütün kadınlar bana hayır demek zorunda mı?"
"O yüzden demedim. Bütün bu olacakların hepsini biliyorum ve şu halime bak! Bu kıyafetlerle evlilik teklifi almak çok iğrenç!"
"Saçmalama, esas doğru olan kıyafet bu. Çünkü ben seni hep bu hallerinle sevdim ve şimdi izin verirsen artık yüzüğü çıkaracağım. Gerçi elimde tektaş var ve sen tektaş sevmiyorsun ama ne yapalım? Kısmet!"
"Et artık şu teklifi bekliyorum ve ayrıca nasıl olsa evlilik yüzüğümüz tamtur olacağı için sorun yok!"
"Bütün hayatım boyunca yanımda oldun ve bunu artık bütün ömür yapmak istiyorum, Bilge. Benimle evlenip bana bu dileğimi gerçekleştirmekte yardımcı olur musun?"
"Evet!"
"Seni seviyorum kızım!"
"Ben de seni seviyorum..."
Ve sonra ilk defa Bilge'yi dudağından öptüm. Bütün hayatımı bir kızla paylaşıp onunla bir kez bile öpüşmeden nasıl geçirdiğimi hiç bilmiyorum. Ama artık bunun olmayacağını biliyorum. Sonuçta Bilge'nin bu gece benim için dilediği şey gerçek oldu; gecenin sonunda sevdiğim kadınla beraber mutluluk dolu bir ömür benim oldu.
BİTTİ...
Bitiş faslını uzatmayacağım. Siz hikayemin eksik ya da fazla yönlerini bana söyleyin yeter. Yorumlarınızı bekliyor, sizleri seviyorum. Kendinize ve sevdiklerinize çok iyi bakın canlar...😘😘😘
Güzel bir cuma gününden herkese merhabalar canlar,
Nasılsınız? Nasıl gidiyor hayat? İyisiniz değil mi? Güzel... Beni sormayın hiç, boş verin gitsin. Çünkü son zamanlarda reading slump durumuna girdim ve bu yüzden elime kitap alıp okuyamıyorum. Ben de bu durumda dizilere merak saldım. Biliyorsunuz zaten Game Of Thrones'un son sezonu yayınlanıyor ve ben her hafta bu dizinin yeni bölümünü beklerken bir yandan da bir Netflix dizisi olan Lucifer'a başladım. Aslında Lucifer'a geçen ay başladım ve bu ayda hız kesmeden devam ediyorum. Şu an üçüncü sezondayım ve dördüncü sezon çıkmadan bu sezonu bitirebilirim diye umuyorum.
LUCİFER'IN MÜZİKLERİ
Evet, işte bu yazımızın konusu Lucifer olacak desem, yalan söylemiş olurum. Çünkü bu yazımızın konusu Lucifer'ın Şarkıları olacak. Daha doğrusu dizide çalan şarkılar olacak. Çünkü bu diziyi izleyip de, dizide çalan müziklere hayran olan bir ben yokumdur heralde değil mi? Ama yani dizide çalan müzikler o kadar güzeldi ki diziyle beraber müziklere de hayran kaldım diyebilirim
O zaman sizi fazla tutmadan bu güzel müziklere ve Lucifer'da hangi bölümde yayınlandığına ve o bölümde neler olduğuna birlikte bir bakalım. Hazırlayın kendinizi, şimdi beraber Lucifer'ın Müziklerine bakıyoruz!!!
LUCİFER SOUNDTRACK
İlk olarak şuraya bir Lucifer Soundtrack'i bırakayım ve sonra sırayla listeye başlayalım...
1. WHAT MAKES A GOOD MAN?
İlk şarkımız The Heavy adlı gruptan What Makes A Good Man? adlı şarkı oluyor. Bu şarkı Lucifer'da ilk sezon, dördüncü bölümde çalıyor. Şarkıyı çok seveceğinizi düşünüyorum. Aşağıya sizin için bir youtube bağlantısı da bırakıyorum.
2. EEZ-EH
Sıradaki şarkımız Lucifer'da birinci sezon dokuzuncu bölümde çalan, Kasabian adlı grubun söylediği Eez-eh adlı şarkı oluyor. Keyifle dinleyin...
Ayrıca Lucifer'ın bu bölümünde, Lucifer bir davayla bağlantılı bir rahibi barında konuk ediyor ve rahip en az Lucifer kadar iyi piyano çalıyor. Yani kısaca, çelişkilerle dolu bir bölüm.
3. CALL ME DEVİL
Geldik üçüncü şarkımıza... Call Me Devil, sanırım Lucifer'da en beğendiğim şarkı olabilir. Şarkıyı söyleyen grup ise, Friends in Tokyo'dur. Bu şarkıda yine Lucifer'ın birinci sezonundan ve bölüm ise on iki...
4. THAT THİNG YOU DOU
Ve bundan sonraki şarkılar hep ikinci sezondan canlar... Çünkü üçüncü sezonu yeni yeni izliyorum ve daha bitmediği için o sezondaki sevdiğim şarkıları bu listeye eklemedim. Zaten ekleseymişim, uzun bir liste olacakmış. Ama belki ileride sadece üçüncü sezonda beğendiğim şarkıların listesini sizle paylaşabilirim. Gelelim sıradaki şarkımıza ve kimin söylediğinie... Şarkının adı, That Thing You Dou; şarkıcımız ise Ellem... Bu şarkı dediğim gibi ikinci sezondan ve dördüncü bölümden. Aslında bundan sonraki iki şarkıda bu bölümden ya neyse, onu zamanı gelince söylerim artık size. Haydi bakalım, artık şarkıyı dinleme zamanı...👉👉👉
5. COYOTES
Lucifer favori müziklerimde sıra beşinciye geldik ve bu şarkıda yine ikinci sezon dördüncü bölümden. Şarkının adı, Coyotes ve söyleyen Wild Belle... O zaman sözü uzatmadan sizi şarkıyla baş başa bırakıyorum.
6. JUNGLE YOUTH
Tabi ki bu da yine ikinci sezon, dördüncü bölümden. Şimdi siz diyorsunuz ki; "Ne bölümmüş be? Bitmedi gitti bölüm müzikleri?" Ama bunda çok haklısınız, çünkü bölüm efsaneydi. Şöyle diyeyim size; dizinin bütün kadın karakterleri bir araya gelip kızlar gecesi yapıyor ve resmen felekten bir gece çalıyorlar. Yani böyle efsane bir bölüme, efsane müzikler diyorum. A pardon, şarkıyı söylemedim değil mi, size? Hemen söylüyorum o zaman; şarkının adı Jungle Youth ve söyleyen Young The Giants... Dinlemek için buyrun sola...
👈
👈
👈
👈
7. NOT TONİGHT
İşte benim dizide en sevdiğim şarkı... Zaten bu şarkıdan sonra bütün dizinin müziklerini araştırmaya başladım. Bu şarkıdan önce öyle bir şey dikkatimi çekmemiş ve dizinin müzikleriyle bu şarkıya kadar ilgilenmemiştim. Ama iyi ki de bu şarkıyla beraber dizinin müzikleri dikkatimi çekmiş, yoksa bu kadar harika müzikleri hep kaçırmış olacaktım. O zaman bu dönüm noktası şarkımzın adını söyleyeyim size; Not Tonight ve söyleyen, Snow Tha Product... O zaman buyrun, aşağıdan dinleyin 👇👇👇 ve dinlerken benim kadar da eğlenin. Hadi bakalım eller havaya...
8. LUCK DOWN
Sekizinci şarkımıza geldik bile... Bu şarkımzın adı, Luck Down ve söyleyen Cold War Kids... Şarkı, Lucifer'da ikinci sezonda ve onbeşinci bölümde çalınıyor.
9. ONE OF US
Ve işte sevdiğim bir başka şarkı daha; One Of Us ve söyleyen Joan Osborne... Bu şarkı da yine sezon ikide ve bölüm on altıda karşımıza çıkıyor ve bölüme bu kadar daha uyan bir başka şarkı da yok ve yine bu bölümde Lucifer için bence efsane bir bölümdü. Bölümde Lucifer bir akıl hastanesine yatıyor ve orada kendini tanrı sanan bir akıl hastasıyla karşılaşıor. Ama kendini tanrı sanan bu kişi acaba gerçekten akıl hastası mı? Lucifer bundan emin olamıyor çünkü kendini tanrı sanan bu adamın garip güçleri var. Madem bölüm hakkında da biraz bilgi verdik O zaman gelin bu bölümde favorim olan ilk şarkıyı dinleyelim ve sonrada bu bölüme ait ikinci şarkıya geçelim...
10. HUMBLE PRO
Evet, bu şarkımız da yukarıdaki şarkımız gibi efsane olan aynı bölümden yine. Şarkımızın adı, Humble Pro ve söyleyen Cherry Glazerr... Şarkı hemen aşağıda canlar... 👇👇👇
11. SLOW BURN
Listenin son iki şarkısına geldik artık ve o iki şarkıda yine aynı bölümden. Yani ikinci sezon, on sekizinci bölümden... Hadi o zaman bu bölümdeki ilk şarkıyı söyleyelim.Şarkının adı Slow Burn ve söyleyen Chris Arena...
12. MAKİNG LOVE TO THE DEAD
Evet sonunda listemizin son şarkısına geldik. Bu şarkıda yine sezon ikinin, on sekizinci bölümü yani sezon finali bölümünden. O yüzden şaşırmayın canlar, bu bölümden de iki şarkı geldiğine. Bölümü anlatmayacağım ama sezon finali olduğuna göre nasıl bir bölümdür siz tahmin edin artık. 😉 Şarkımızn adı, Making Love To The Dead ve söyleyen, Beginners... Buyrun son şarkımıza dinlemek için sizi aşağıya alalım...👇👇👇
VE BİTİŞ ZİLİ ÇALSIN
Bugünlük yazımızın sonuna geldik be canlar! Size bugün umarım güzel bir şarkı ziyafeti yaşatmışımdır. Amacım aslında bu değildi. Sadece sizle sevdiğim dizinin, sevdiğim müziklerini paylaşmaktı. Ama umarım yukarıdaki listeyi dinlerken, benim kadar siz de zevk almışsınızdır.Son olarak, diziyi izlemeyenleriniz varsa artık başlamalı sanki, ne dersiniz? Siz bu diziye bir şans vermeyi düşünürken, ben de size hoşçakal deyip Lucifer'ı izlemeye döneyim. Malum dördüncü sezon yakında geliyor ve ben üçüncü sezonu bitirmeliyim.
Kendinize ve sevdiklerinize çok iyi bakın canlar... 😘😘😘
Bugün kısa bir yazı ile karşınıza geldim sayılır. Evet, bugün olan yazımız kısa olacak. Aslında yazmaya daha yeni başladığım için kısa olmasını umuyorum ve belirtmeliyim ki, bundan sonra çarşambaları ara ara yazı gelebilir. Eğer gelirse bunlar; kısa yazılar, kısa sohbetler olacak. Yani planlarım o yönde bakalım. Ayrıca da esas yazıları pazartesi ve cuma günleri paylaşmayı planlıyorum; haftanın başı ve sonu...
TİLKİNİN DÖNÜP DOLAŞIP GELECEĞİ YER NERESİDİR?
Haydi o zaman lafı fazla dolandırmadan geçelim günün konusuna... Bugünün konusu kitaplar hakkında ufak bir sohbet olacak. Demeyin ama; "Döndü, dolaştı, yine kitaplara geldi olay diye!" Çünkü arada sadece kitaplarla ilgili yazacağım, ta ki siz bana kitaplarla ilgili daha çok yaz diyesine kadar. Bu konu da anlaştığımızı umuyorum.
KİTAP, ÇİZGİ ROMAN VE BOYAMA KİTABI MI?
Böyle bir giriş yaptıktan sonra bugünün esas konusuna hep beraber geçelim o halde. Bugüne ait konumuz, benim mayıs ayı içerisinde aldığım (daha yeni yani) kitaplar... Aldığım bu kitaplar bu ayın ikisinde ve üçünde elime ulaştı o yüzden kendileri benim yeni yeni cicişlerim oldular. Kitaplar dediğime de bakmayın, aslında sadece iki kitap, bir çizgi roman ve bir tane de boyama kitabı aldım. Bundan sonra da eylül ya da ekime kadar kitap alışverişi yapmayı düşünmüyorum. Yani nerden baksanız dört, beş aylık süre demek bu da ama bu konuda kendime ne kadar hakim olabilirim hiç bilmiyorum. Ama artık kendimi de biraz frenlemeli ve elimdeki kitapları okumalıyım. Elimde yeterince (hiç bir zaman yeterince olmaz) kitap var zaten, o yüzden biraz sabır diyorum kendime. Sonuçta biraz daha kendimi kaybedersem kitaplar konusnda iyice açgözlü olmaya başlayacağım.
İLK VE SON (UMARIM) MAYIS ALIŞVERİŞİ: KİTAPLAR...
Mayıs ayında aldığım kitaplar diyoruz o zaman değil mi? peki, sıralamasını nasıl yapsak? Türlere göre mi yoksa aldığım yerlere göre mi? Aslında iki sıralamayı da kapsyan bir sıralama yapabilirim sanırım. İlk olarak aldığım kitaplar, sonra çizgi roman ve en son da boyama kitabı... Aldığım yerlerde bu sıralamaya uyuyor. E o halde, hadi toparlanın millet; başlıyoruz...
ZEBRAMO ALIŞVERİŞİ
Bu ayın ilk alışverişini Zabramo'dan yaptım. Zebramo'yu bilenler bilir ama bilmeyenler için şöyle ufak bir açıklama yapayım. Zebramo, ikinci el eşya satan ve alan herkesin üye olduğu bir site. Oraya üye olup ister bir şeyler satabilir, isterseniz satılan ürünlerden alabiirsiniz de. Ben siteye kitaplar için üye oldum ve şu ana kadar da kitap dışında başka da bir alışveriş yapmadım. Ama güvenilir bir sitedir.
İKİNCİ EL KİTAPLAR
Ben ikinci el kitap almaktan çekinmeyen birisiyim, yeter ki kitaplar okunamayacak kadar hasarlı olmasın. Çünkü kitap satan diğer sitelerden yaptığınız alışverişler de bile, kitapların az da olsa hasarlı gelme ihtimali söz konusu oluyor. Bu yüzden okunamayacak kadar hasarlı değilse kitap, bazı hasarları tolere edebiliyorum. Gelelim Zebramo'dan aldığım bu ayki kitaba; Parfümün Dansı...
PARFÜMÜN DANSI
Parfümün Dansı'nı uzun zamandır almak istiyordum. Bu kitabı okuyan, gördüğüm herkes, istinasız çok sevdiğini söyledi. Hatta çok sevmeyi geçin, aşırı sevdiklerini ve harika bir kitap olduklarını söylediler. Ben de bu kadar övgü alan bir kitabı almak ve okumak istedim tabi. Ama sorun şu ki kitabı hangi sitede ararsam arayayım uyguna bir fiyat bulamadım. Hatta bir kaç sitenin fiyatlarını karşılaştırdığım bir listede hazırladım. Onu sizle de paylaşayım burada.
Yani gördüğünüz üzere en uygun sitede bile bu kitap, 27 TL... O yüzden ben de, Zebramo'da biraz araştırdım ve orada, Parfümün Dansı'nı 15 TL + Kargo ücreti olarak buldum. Yani sonuç olarak bana bu kitap 19 TL'ye geldi ve en az 8 TL kardayım ve bu beni mutlu etti, canlar. Ayrıca kitap çok iyi geldi. Hiç bir hasarı ve kusuru yok. Sıfırından hiç bir farkı olmaksızın geldi elime... Yanda da gördüğünüz gibi, satıcı bana kitabın ayracını ve ek bir ayraç daha göndermiş. Ayrıca bu kitabın satıcısı olan Tuzla Sahaf'ı ben instagramda da takip ediyorum. Güvenilir bir satıcıdır, size de tavsiye ediyorum.
Parfümün Dansı'nın arka kapak yazısını sizinle burada paylaşmıyorum ama yukarıda bağlantısının bıraktığım sitelerin birisine girip oradan bu kitabın arka kapak yazısını okuyabilirsiniz. Bu konuyu da es geçmedim yani, sizin için. O zaman Parfümün Dansı konusunu burada bitirip sıradaki alışverişimize ve kitabımıza geçlim o zaman...
AMAZON (TÜRKİYE) ALIŞVERİŞİ
Evet, ikinci alışverişimi de Amazon'dan yaptım canlar. Amazon'dan yaptığım bu ikinci alışverişim zaten. Ama ilk seferinde de, şimdi de memnun kaldım. Fiyatları da genelde daha uygun oluyor. Özellikle ben daha önceki alışverişimde buradan, Zaman Çarkı Serisi'nin ilk kitabı olan, Dünyanın Gözü'nü, diğer sitelere göre daha indirimli almıştım. Neyse şimdi bunu boş verin de gelin neler aldığıma...
İSKEMLEDE BEŞ CESET
İskemlede Beş Ceset - Agatha Christie
Bir Agatha Christie romanı olan İskemlede Beş Ceset'i aldım. Ben Agatha okumayı severim dostlar. Gerçi çok uzun zamandır okuduğum bir yazar değil, sanırsam 2017 yılında okumaya başlamıştım. Ama gördüğünüz gibi, sevdirdi kendini...
Agatha'nın kitapları gerilim dozu çok yüksek olmayan polisiye kitaplardır. Polisiye seviyorsanız kesinlikle okumanız gereken bir yazar. Dili sade ama kurguları o kadar kuvvetlidir ki, sizi kendine hayran bırakmama gibi bir durum söz konusu değildir. Şu ana kadar yalan söylemiyim ama dokuz kitabını okudum ve bu az. Çünkü yazarın ellinin üstünde kitabı bulunuyor ve Agatha'yı okudukça da okumak istiyorsunuz.
İskemlede Beş Ceset ise, Amazon'daki sepetime kargo ödememek için eklediğim bir kitap oldu. Hem Agatha'yı sevdiğim için, hem de kargo ödemeyeceğim için, bir taşta iki kuş vurmuş oldum. Zaten bu kitapta okumak istediğim Agatha Christie kitapları arasındaydı. Sırf bu yazarı sevdiğim için, yazdığı kitap sıralamasını buldum ve ona göre okumaya çalışıyorum. Genelde bu sıralamaya sağdık kalamıyorum ama olsun, sonuçta hikayeler birbirine bağlatılı değil.
Son olarak size, İskemle'de Beş Ceset'in arka kapak yazısını bırakıyorum.
Herkes tarafından sevilen Dr. Morley'in intihar etmesi için nasıl bir sebep olabilirdi? Duygusal çelişkiler içinde değildi, parasal ve gönül sorunları da yoktu. Hercule Poirot ile neden buluşacaktı? Meraklı dedektiff bu intihar hikayesine inanmamıştı. Doktorun hastalarının, ortaklarının ve dostlarının ifadelerini almaya başladı. Sonuçta korkunç bir gerçekle karşılaştı, Dr. Morley ne ilk, ne de son kurbandı...
TAHT OYUNLARI ÇİZGİ ROMAN - CİLT 1
Taht Oyunları ÇR Cillt 1
Evet, kitaplar burada bitti ve sırada aldığım çizgi romana geldik; Taht Oyunları... Taht Oyunları'nı severim arkadaşar, çoğu kişi gibi ama kitaplarının içinde aşırı bilgi yüklemesi var ve araya zaman girince unutulabilme olasıkları çok yüksek. O yüzden yazarımız, George R.R. Martin, devam kitaplarını ne zaman yazarsa o zaman seriyi tam anlamıyla okumaya başlayacağım. İşte şimdilik, dizisi ve artık çizgi romanıyla idare edeceğim. Bu arada dizi mükemmel gidiyor. İzlemediyseniz bir an önce izleyin derim.
Çizgi romana gelecek olursak, ben çizimlerine bayıldım ve şu, kitap almama hedefim biter bitmez çizgi romanlarının devam ciltlerini de alacağım. Şu an piyasa da, döört cildi mevcut. Kalan ciltleri çıkaracaklar mı? Bilmiyorum canlar ama umarım çıkarırlar. Ben bu çizgi romanları kütüphaneme eklemek istiyorum. Yani bence bu kitapların da kütüphanemde olması gerekiyor gibi geliyor bana. Zaten kitap olarak da, dizi olarak da bu seri efsaneler arasında ve çizgi romanları da bir efsaneler arasına girmese de, bunların da kötü olacağını sanmıyorum.
TAHT OYUNLARI BOYAMA KİTABI
Taht Oyunları Boyama Kitabı
Artık alış verişimizin sonuna geldik. Son olarak yine Amazon'dan ama farklı bir satcıdan aldığım, Taht Oyunları'nın boyama kitabına geldik ve evet bununda kütüphanemde bulunmasını çok istiyordum. Ben bu kitabı boyar mıyım yani bu kitaba kıyabilir miyim? Bilmiyorum. Şahsen Harry Potter'ın da boyama kitabını aldım ve onu hiç bir zaman boyayacağımı düşünmüyorum. Ama Taht Oyunları'nın boyama kitabı biraz farklı. Sayfalara şöyle bir göz gezdirdim. Kimisi gerçekten boyama için yapılmış sayfalar ama kimisi de karakalem çalışması gibi duruyor, yani pek boyamalık gibi değil. Bu halleri daha güzel gibi, boyayınca kötü olacak gibi duruyor. Ama olsun, sonuçta ben bunu kütüphaneme eklemek istiyordum ve ekledim. Sonuçta bunlar benim için koleksiyonluk ürünler ve ben de bulunmasını istediğim ürünler. Tabi ki, gönül isterdi ki daha iyi olsun, daha güzel görünsün ama bence çok da kötü değil. Sadece boyama kitabı yapmak için biraz kendilerini zorlamışlar gibi duruyor o kadar...
UZUN MU OLDU, KISA MI?
Sonunda yine bir yazımızın daha sonuna geldik canlar... Kısa olsun dedim bu yazı için ama yine dilimin (daha doğrusu, bu durumda klavyemin) kemiği olmadığı bir kez daha kanıtlanmış oldu. Neyse, en azından bitiş paragrafını uzatmayayım da oradan kurtarayım kendimi.
Son olarak size şunu söyleyeyim ki pazartesine gelecek olan yazımın konusu daha önceki yazılarımdan biraz farklı olacak. Ona göre beklemede kalın ve sakın unutmayın; kendinize ve sevdiklerinize iyi bakın, canlar... 😘😘😘
Bu blog işini yavaş yavaş düzene alabiliyorum sanırım. En azından bunun için tam anlamıyla artık çaba sarfediyorum. Gerçekten bunun için artık beni suçlamayın ama ne zaman burayı aksatsam size beni suçlama hakkını tekrar verdiğimi de bilin lütfen! 💗💗💗
YALNIZLIK MI?
Bugün ise, sizlerle biraz yalnızlık üzerine konuşalım istedim. Malum, gittikçe insanlar birbirinden daha çok uzaklaşıyorlar, kopuyorlar ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak da yalnızlaşıyorlar. Ben de çok dışa dönük bir yapıda değilimdir. Zaten oturmuş evinde, bilgisayarını açmış, kendi kendine bir şeyler yazan bir insan çoğunlukla dışa dönük değildir.
YALNIZLIK BİR TERCİH MESELESİ Mİ?
Ama beni yanlış anlamayın, ben bu durumu yani insanlardan kopma mevzusunu kendim istiyorum. Anlayacağınız bu benim tercih ettiğim bir durum. Yoksa insanlarla iletişimim kötü değildir, gayette sıcak kanlı, cana yakın bir yapım vardır. Sadece bazen o kadar acımasız şeyler oluyor ki, kendi dünyamın daha iyi olduğunu düşünmeden edemiyorum. Çünkü benim dünyamda her şey parlak, her şey renkli, her şey gülmek ve mutlu olmak üzerine kurulu. En ufak bir şeyden bile mutlu oluyorum. Bu benim yapım değil, böyle olmasını istediğim için böyle oluyorum. Yani akıllara burada şöyle bir soru geliyor; "yalnızlık tercih meselesi mi?" Ben bu soruya direkt; "Evet," yanıtını vermiyorum canlar. Çünkü bu yalnızlık bazen tercih meselesi olsa da (tıpkı benim durumum gibi), bazen de bu yalnızlık konusunda tercih hakkınızın olmadığı da olabilir, diye düşünüyorum. Çünkü bazen hayat şartları insanları yalnızlığa itebilir ve bu insanlar bunları kendisi istemiyor da olabilir. Neyse bu konuyu daha fazla irdelemeyecağim. Çünkü tercih veya değil, yalnız kalmak başlı başına büyük bir sorun bence...
BENİM DÜNYAM NELERDEN İBARET Kİ ACABA?
Ayrıca yalnız olmayı kendim tercih etmeme rağmen, benim dünyam nelerden ibaret ki? İşte, ilk başta kitaplarım var. Sonra, filmler ve diziler var. Animeler var, mangalar var, çizgiromanlar, çizgi filmler var. Bunlardan hariç yazmak var. Evet, yazmak... En çok sevdiğim şeylerdendir. Ayrıca unutuyordum, mandala sanatı da var benim dünyamda. Bunların yanında ailem, dostlarım ve hayvanlarım var. Yani kısaca benim dünyamda; huzur var dostlar, huzur...
YALNIZLIK TA BİR YERE KADAR, YA SONRASI?
Ama yine de gördüğünüz gibi yapayalnız olmuyor insan. Çünkü insan sosyal bir varlık... Sürekli bir şeyler paylaşma, bir şeyler anlatma, dinleme ya da konuşma gibi sosyal gereksinimleri olan bir tür ve biz ne kadar bu sosyal yanımızı törpülemeye çalışsak da olmaz, olmuyor. Çünkü eğer gerçekten yalnız kalırsak sonunda insan olmaktan çıkar ve insan olmanın en önemli özelliğini -akıl sağlığını- kaybederiz. Aşağıya bu konuyla ilgili bir alıntı bırakıyorum, buyrun okuyun.
"Daha kaldığı yere on beş dakikalık mesafedeyken, şurada yakındaki ormanın kenarında bile kendini terk edilmiş hissediyordu. Yalnız ve çaresiz kaldığından beri her şey gözüne daha farklı, düşmanca ve çirkin görünüyordu. Daha dün çevresinde kardeşçe fısıldayan ağaçlar şimdi bir anda tehlikeli bir karanlık gibi etrafını sarmıştı. Karşılaştığı her şey yabancı ve ürkütücü geliyordu. Bu koskocaman, bilinmedik dünyanın karşısında yalnız olmak çocuğun başını döndürüyordu. Hayır, bunu henüz tek başına kaldırmaya hazır değildi. Fakat kime sığınacaktı? "
Yukarıdaki alıntı daha yenice okuduğumStefan Zweig'inYakıcı Sır adlı hikayesinden bir alıntıdır ve yalnız olmayı çok iyi betimleyen bir pasaj olduğu için bu yazımda sizinle paylaşmayı uygun buldum.
Alıntının orijinal kitabı; Yakıcı Sır...(Bu kitaptan başka bir alıntıyı da instagram hesabım üzerinden paylaşmıştım. O alıntıya da kitap ismine tıklayarak gidebilirsiniz.)
Bu alıntıda bahsedilen karakter on iki yaşındaki bir çocuk sadece ama, bazen insan kendini ciddi anlamda yalnız hissettiğinde de böyle duygulara kapılmaz mı? İster on iki yaşında olsun isterse yetmiş iki...
YALNIZLIK İYİDİR, HOŞTUR AMA HER ZAMAN OLMADIĞI SÜRECE
Çünkü hepimizin bir korkusu illa ki vardır ve genelde yalnız kalmak da bu korkuları körükleyen neredeyse birincil kaynaktır. Yani; yalnızlık iyidir, hoştur ama her zaman olmadığı sürece. İşte bu tam anlamıyla benim felsefemdir. Ben kendi oluşturduğum dünyamı terk etmek istemiyorum ama insanlarla aramdaki bağları da korumak istiyorum ve bunun için yaptığım yegane şey ise; sevdiğim herkesi, her şeyi kendi dünyama davet edip onları benim dünyamla tanıştırmak. Ama tabi ki dünyama alacağım bu insanlar konusunda seçici davranıyorum. Çünkü dünyanıza alacağınız ve onları kendi dünyanızla tanıştıracağınız bu insanlar sizin için özel olmalı, tıpkı benim için de öyle olduğu gibi...
O zaman size son bir alıntı daha bırakıp bu yazıyı da bitirivereyim.
"İnsan bir şey bekliyordu, sabahtan akşama kadar bekliyordu ve hiçbir şey olmuyordu. İnsan tekrar tekrar bekliyordu. Hiçbir şey olmuyordu. İnsan bekliyor, bekliyor, bekliyordu, düşünüyor, düşünüyordu, şakakları ağrımaya başlayana kadar düşünüyordu. Hiçbir şey olmuyordu. İnsan yalnız kalıyordu. Yalnız. Yalnız. "
Yazar Stefan Zweig
Bu alıntı da yine Stefan Zweig'den ama bu sefer Satranç adlı hikayesinden bir alıntı. Bu kitabı da yine yakın zamanda okuduğumu belirtmeden geçmeyeyim.
Stafan Zweig'in Satranç adlı öyküsü
YALNIZ KALMAK MI, YALNIZ OLMAK MI?
Ve artık geldik bugünlük yazımızın sonuna... Biliyorum kısa bir yazı oldu ama olsundu. Çünkü bu konuda (yalnızlık), ben pek konuşmayı sevmiyorum. Diyorsunuz ki şimdi bana; "O zaman neden bu konuyu seçtin arkadaş-can?" Hemen cevap veriyorum; biraz bazı şeylere ufaktan bir dikkatinizi çekmek için. Özellikle, yalnız kalmak mı yoksa yalnız olmak mı konusuna... Yani yalnızlığın bir tercih meselesi mi yoksa zorunluluk mu olduğuna... Bu yazıyı okuduktan sonra oturun bir düşünün bakalım. Eğer siz de yalnız hissediyorsanız -ki özünde her insan biraz yalnızdır- bunun neden olduğunu düşünün. Sizin tercihiniz mi yoksa hayatınızın tercihimi? İpler kimin elinde? Sizin mi yoksa her şeyi üstüne yüklediğimiz kaderin mi? Ya da daha başka bir şey mi? Belki istemeden yalnız kalmış olabilirsiniz ama bunun için çaba sarf etmemiş de olabilirsiniz. Ya da belki de bu konuda çabalamışsınızdır ama sonuçta istediğiniz olmamış da olabilir. Belki de hiç çabalamadınız ve vazgeçiverdiniz hemen? Hangisi sizce, bir düşünün bakalım?
Size de bugünlük düşünecek bir konu verdim. Kendinizle yine biraz baş başa kalıp dertleşin. Haydi ben kaçar artık... Kendinize ve sevdiklerinize çok iyi bakın. Seviliyorsunuz... 😘😘😘
Bugün bir yazma aşkı tuttu ki, sormayın. Sabahtan beri, bir şeyler yazıp, bir şeyler paylaşasım var. Ama bir türlü, kendime konu başlığı bulamadım. Aslında buldum, hem de birden fazla ama beğenemedim. Daha değişik, daha orijinal konu başlıklarına ihtiyacım olduğunu hissettim, bugün.
KONU BAŞLIĞI BULMA YOLUM
Ben de bunun üzerine ne yaptım? İnsatgram hesabımdan takipçilerime benim için konu başlığı bulabilirler mi diye sordum. Sağ olsunlar, yardımlarını esirgemediler ve bana yardımcı oldular. Özellikle instagramda bulunan bir arkadaşım -ki kendisi kitap kulübü için kurduğumuz instagramdaki "Hep Beraber Okuyoruz 3" grubumuzdandır- bana güzel bir konu başlığı önerdi; keşkeler... Ve ben de bu konu başlığının üzerine sazan balığı misali hemen atladım ve diğer önerilere bile bakmadan, taslağımı açtım ve yazmaya başladım. Sonuç, işte bu...
"...KEŞKELER DÜŞSÜN DİLİNE..."
Arkadaşım bana "keşkeler" deyince, ilk aklıma gelen nedense eski bir şarkı oldu. Şarkının nakaratını buraya yazayım, bakın siz de anlayacaksınız neden olduğunu...
...
Yıllar yollar daha neler
Akıl almaz bahaneler
Seni beni aldı eller
Sevdamıza tuzaklar var
Vur sazının tellerine
Başka eller ellerinde
KEŞKELER düşsün diline
Sevdamıza tuzaklar var
...
Evet, aynı kelime bu şarkıda geçiyor. Sırf bu yüzden mi benim aklıma bu şarkı geldi? Bilmiyorum ama bu şarkıyı zamanında çok severdim. Belli bir sebebi yoktu, sadece müziği hoşuma giderdi. A, bir dakika sizle de paylaşabilirim o şarkıyı değil mi? Hemen ekliyorum bağlantıyı...
Ve görmüş olduğunuz üzere, yukarıdan videoyu izleyebilirsiniz. Yalnız, klibin eski olduğu ne kadar da belli değil mi? Makyajlar, saçlar, kıyafetler falan... Bu şarkıyı ilk dinlediğim zaman ya orta okulda ya da lisedeydim. Tam hatırlamıyorum ama işte 90'lar ile 2000'ler arasındaki geçiş dönemlerindeydi sanırım. Yani nerden baksanız on, on beş yıl kadar önceymiş ve ben bu şarkıyı hala hatırlıyorum. Hafızamda nasıl yer etmişse artık... Çok öyle, abartılı beğenilecek bir şarkı da değil. Yani ne sözleri, ne de müziği farklı ama işte zamanında demek ki benim çok hoşuma gitmiş ve ben o kadar yıl sonra bile hala etkisinden kurtulamamışım.
ANORMAL YANLARIMIZ
Aslında normal bir insanın aklına, "keşkeler" deyince on beş yıl önceki bir şarkı gelmez diye tahmin ediyorum. Yani daha çok yaşadıkları pişmanlıklar, keşke dedikleri zamanlar aklınıza gelmez mi? Normallik bu değil midir?
Benim ise aklıma gelen, işte bu şarkı ve o zaman geldiğimiz nokta da; "Ben normal değil miyim?" oluyor. Yani her insanda belli bir anormallik kısım vardır ve sanırım bu da benim anormallik kısımlarımdam birisi diye düşünüyorum. Gerçi bunun yanında benim daha ne anormallik yanlarım var da onları şimdi sizinle burada paylaşmayayım. 😂😂
Ya bakar mısınız? Bir konu başlığından nerelere geldik ve daha konu başlığıyla ilgili normal bir yazı bile yazmadım. Sanki sizi oyalıyormuşum gibi oldu ya da konuya girişi uzadıkça uzatıp konuyu sakıza döndürmüşüm gibi oldu.
"...daha neler..."
"Seni beni aldı eller, sevdamıza tuzaklar var..."
DAĞITIP TOPARLA YA DA TOPARLA SONRA DAĞIT
Şu an konuyu gerçekten dağıttım ve nasıl toparlayacağımı ben de bilmiyorum. Ama bu hep aklımın ve duygularımın sesini aynı anda dinlememden kaynaklanıyor. Şanslıyım ki, aklımla duygularım çoğunlukla aynı paydada birleşiyorlar ve bu yüzden genelde benim "keşkeler"im yoktur.
Evet, tebrikleri alalım lütfen!
Daha önce hiç böyle konu bağlama gördünüz mü, söyleyin bakalım? Lütfen ama burada kendimi övmek için söylemedim bunu, gerçekten güzel bir şey yaptığım için söyledim ve böylelikle yine konu bütünlüğünü kaybettim. Ama niye bu kadar kasıntı yapıyorum ki canım, sanki okulda ki kompozisyon sınavına giriyorum ki girmişliğim ve çok iyi notlar almışlığım vardır. Yalnız bu sınavlar hep üniversiteye kadar olan sınavlar, zira ben Edebiyat Fakültesi falan okumadım. Ben bildiğiniz düz İktisadi ve İdari Bilimler mevzunuyum. Ama sanmayın ki fakültemi aşağılıyorum, asla aşağılamam. Ben bundan memnunum canlar.
Bilgisayarı aradım taradım ama bir türlü fakültenin önünde çeekildiğimiz bir fotoğraf bulamadım. Ben de bu fotoğrafı paylaşayım dedim. Evet, Ben Dumlupınar Üniversitesi'nde (Kütahya) okudum.
KEŞKELER...
O zaman artık gelelim; "Keşkeler"e... Aslında "keşkeler"den bahsetmeyip konudan konuya atlamamın bir sebebi de, bu yaşıma kadar gerçek anlamda büyük bir keşkemin olmaması olabilir. Benim "keşkeler"im hep küçük şeylerdi. Mesela, kaçırdığım bir kitap indirimiydi ya da kaybettiğim bir çekilişti. Hep böyle küçük şeylerdir benim "keşkler"im... Çünkü hayatımın önemli olaylarında mantıkla durup düşünürüm, işte sırf bu "keşke" dememek için ve genelde bunun hayat felsefesi olarak çok doğru olduğunu gördüm. Ben bunun çok huzurunu da gördüm, ne yalan.
Siz de benim gibi, bunu hayatınıza uygulayabiliyorsanız ne güzel size! Düşünün bir, dünyada sizden huzurlusu yoktur. Çünkü ne zaman bir karar verecek olsanız, kendiniz için neredeyse hep doğru kararları vermiş olursunuz ve bunun verdiği iç huzuru, başka hiç bir şey veremez. İnsan kendiyle ne kadar barışıksa, iç huzuru da o derece artar.
MUHASEBE ZOR MU, KOLAY MI?
Ben kendimle her zaman böyle barışık değildim ama bir zaman, bir aydınlanma yaşadım kendi içimde ve o aydınlanmayla işte bu iç huzurumu kurdum. Şu an hayatımda ne olursa olsun, çevremdeki insanlar bana ne derse desin, benim hakkımda elalem ne düşünürse düşünsün ve bu yaşananların gerçek ya da yalan olması artık eskisi kadar da rahatsız etmiyor beni. Çünkü ben kendimi tanıyorum, kendimi biliyorum. İyi ya da kötü olduğumu, yanlış ya da doğru yaptığımı, kendimle barışık olduğumu biliyorum ve bununla beraber kendimden de son derece emin oluyorum. Çünkü emin olmadığım zamanlarda tek yapmam gereken şey, kendime dönüp ne yapmam gerektiğini düşünmek ve bunun kendim için doğru olup olmadığını bulmak. İşte bu da, bizi bir nevi vicdan muhasebesine götürüyor ki burada şunu söylemeliyim; ben iyi bir muhasebeciyimdir... 😉
Bu kendi içinizdeki muhasebeyi yapmak da zor olmasa gerek, yani en azından benim için zor değil.
Sonuçta kendinizi az çok tanıyor ve biliyorsanız, bazı durumlara karşı vereceğiniz tepkileri de bilirsiniz. O durumda hangi tepkiyi verirseniz huzurlu olacağınızı da çözmek zor değil. Sadece daha öncelere oranla biraz daha fazla düşünmek ve kendinizle biraz daha fazla zaman geçirmek. İşte bu kadar kolay. Gerçekten kolay. Ben hafife almıyorum bunu, deneyin göreceksiniz.
DİKKATİMİZ Mİ DAĞILDI, NE?
O zaman artık ben bu yazımın sonuna gelsem de, konuyu daha fazla baltalamadan bitirip diğer taslağıma geçsem, daha iyi olur sanki. Tabi ki, bir taslağım daha var! Bundan sonra ona devam edeceğim. Şaşırmayın lütfen! Yazının taaaa en başında da dedim, bugün bir yazma aşkım depreşti diye, değil mi? Hatırlayın bakalım bir... Hatırladınız mı yoksa taaaa sayfanın en başına gidip yazdığım cümleleri kontrol mü ettiniz? Hangisi, hangisi?
Bu soruya vereceğiniz yanıt da dikkatinizi ne kadar topladığınızı gösterir. Çünkü bu yazıda bir çok şey anlattım ve konudan konuya atlayıp durdum. O yüzden böyle bir yazı da dikkat dağılması çok kolaydır. Haydi ölçün bakalım kendinizi, dikkatiniz ne kadar dağınık? Konu sıralamasını hemen hafızanıza getirebilecek misiniz yoksa ilk önce bir düşünme süreniz mi olacak? Benim kesin bir düşünme sürem olurdu. Çünkü ben dikkati çok çabuk dağılan bir yapıdayım. Bu, tabi ki kötü ama şu ana kadar düzeltebildiğim kadar düzelttim zaten. Daha da ötesi artık olmuyor.
BU SEFER SON!
Ay ne oldu? Konu yine uçtu gitti. Ben yazıya sonuç paragrafı yapmaya çalışırken yazıya yeni bir konu daha eklemiş oldum. Hem de psikolojik bir konu; dikkat dağınıklığı... Ki benim bu konu da bırakın uzmanlığı, kendimden başka hiç bir bilgim yok. Sadece kendimde dikkat dağınıklığı olduğunu sezinliyorum o kadar.
Neyse canlar, ben daha başka başka konulara girmeden artık size bir veda edeyim bence değil mi? Zaten benim kafa gitti, bir de sizinkileri daha fazla ütülemeyeyim. Sonuçta onlar size, bize, herkese lazım. Bu dünyaya bilinçli zihinler lazım ve biz onları arada rahatlatalım ama öldürmeyelim değil mi? O yüzden, bir daha ki yazıya kadar görüşmek üzere canlar... Kendinize ve sevdiklerinize çok ama çok iyi bakın.