Hakkımda

Fotoğrafım
Çaylarınızı kapıp gelin ve sizinle güzelce bir muhabbet kuralım. Hayattan birazcık kopmaya hakkınız olsun değil mi? Bakmayın sayfamda çok aktif olamadığıma ama siz gelirseniz eğer, bu sayfamda daha çok aktif olmamı gereltirecek ve işte o zaman beraberce bir şeyler başarmış olacağız. Dikkat edin; biz diyorum, ben değil! Çünkü bu sayfayı ben oluştursam bile sizsiz hiç bir şey başarılı olamaz. Unutmayın ki, ilk başta ben bu sayfayı kendim için kurmuş olsam da, daha sonra paylaşacak kimsem olmadığı için bana hiç bir yararı olmadı. Bu yüzden size ve paylaşacaklarımıza ihtiyacım var. Haydi o zaman, daha ne bekliyorsunuz! Bir çay koyup gelin yanıma, daha paylaşacak bir çok şeyimiz var. :)

11 Şubat 2019 Pazartesi

OCAK AYINDA OKUDUĞUM KİTAPLAR -PART 2- (Kısa bir yazı oldu!!!)

Merhabalar...👋👋
Ben yine arayı biraz açtıktan sonra yine buralara geldim. Aslında çok da açmamışım dört gün olmuş sadece... Ama olsun diyerekten ve bugün fazla konuşmadan Part 2'nin hakkını vererek, ocak ayında okuduğum dördüncü kitapla devam ediyorum.

Sarhoşlar - Orhan Kemal

Sarhoşlar - Orhan Kemal
Geçen ay okuduğum dördüncü kitap; Orhan Kemal'in bir öykü kitabı olan, Sarhoşlar adlı kitaptır. Kitabın içinde kısa kısa birbirinden güzel tam yirmi üç öykü var. Hemen hemen hepsi güzeldi diyebiliyorum çünkü hepsinin yazarı Orhan Kemal'dir ve (bilenler lütfen bilmeyenlere söylesin ki) ben Orhan Kemal hayranıyımdır. Aslında yazar olarak hayran olduğum birçok isim var ve Orhan Kemal onlardan biridir ve üst seviyelerde yer alır. Ama bu yazının konusu Orhan Kemal değil, onun Sarhoşlar adlı öykü kitabıdır.
Sarhoşlar'da, dediğim gibi birçok kısa öykü var ve hepsi güzel. Ama benim en beğendiğim on bir tane öyküsü var ve en sevdiklerimi size aşağıdaki gibi sıralayabilirim.
Kitabın içindeki öyküler

1. Celfin Eti
2. Kamyonda
3.  Sevda
4. Berduşlar
5. Küçükler ve Büyükler
6. Ayşe Hoca
7. Hatice Akdur Vesaire
8. İşadamı
9. Tokat
10. Odacı
11. Av

Yukarıdaki bu sıralama en beğendiğim öykülerdir ve bunlar size hayat dersi verecek öykülerin yanı sıra, size hayatın trajikomik yanlarını da sunuyor. Tabi, okuduğunuz öyküleri yazıldığı devirlerine göre okumak gerekir ve ona göre o öykülerden bir şeyler kapmaya çalışılmalıdır.
Ayrıca kitabın içindeki öykülerin en uzunu on sayfa falan olup, çok kısa hikayelerdir. Size şöyle diyeyim, kitabın kendisi yüz otuz sekiz sayfa... O yüzden bence bu kitabı kaçırmayıp, okumalısınız! Orhan Kemal'i seviyorsanız, bu öyküleri de seveceksiniz; kendisiyle tanışmadıysanız da, bu kitapla onunla tanışabilirsiniz. Özellikle bu kitapta olan Kamyonda ve Sevda öyküleri tam anlamıyla Orhan Kemal'in tarzını yansıtıyor. Bunu söyledikten sonra sizi diğer okuduğum kitaba doğru alalım; Uçurtma Avcısı...

Uçurtma Avcısı - Khaled Hosseini

Ah, bu kitap hakkında ne denebilir ki? İnstagramda yaptığım gibi, acaba "YORUM YOK!" yazıp, geçsem mi, bilemedim şimdi?
Uçurtma Avcısı
Kitabı okurken bir çok şey hissettim aslında; üzüldüm, ağladım, sevdim, pişmanlık duydum, sinirlendim, kitabı yırtıp atma noktasına kadar geldim. Ama tabi ki bunu yapmadım ve ilk defa bir kitaba karşı böyle sinirledim. Aslında kitabın ilk başlarında çok üzüldüm, ağladım ama sonraları artık dayanamama noktasına gelince okuduğum hüzünler sinire, öfkeye döndüler ve ben kitaptan her bir cümle okuyuşumda kitabı yırtmamak için ellerimi zor zapt ettim. O kadar üzüldüm ve o kadar sinirlendim ki, bunu size anlatabilmemin yolu yok! Bunu ancak bu kitabı siz de okursanız, anlayabilirsiniz!
Peki neden bütün bu duyguları bir arada yaşadım sizce? Cevap: insanların zalimliğinden ve bütün bunların gerçekten yaşanmış olmasından.
Gerçek bir hikayeden yola çıkılarak yazılan her roman, size daha başka etki ediyor ve ben bunu bir kere daha anlamış bulunuyorum.
Uçurtma Avcısı
İnstagramda bu kitap için, "Kesinlikle okumalısınız!" demiştim ve bu doğru. Bu kitabı kesinlikle okumalısınız! Ayrıca instagramda bu kitap için yazdıklarımdan başka bir şeyler burada yazabilir miyim diye baktığımda, yine yazamayacağımı gördüm. Oradaki yorumum, en doğru yorum. O yüzden hemen hemen aynı yorumu burada sizinle paylaşıyorum.
Bu kitap hakkında aslına bakarsanız söylenecek dolu dolu şeyler var ama burada söyleyeceğim, burada yazacağım hiçbir şey size bu kitabı tam olarak anlatamaz. Ben burada ne söylersem söyleyeyim; siz bu kitabı okuduğunuzda,  hiç bir yorumun bu kitabı tam olarak anlatamadığını göreceksiniz.
Kitap size çok fazla şey anlatacak, çok fazla şey katacak. Bende de olduğu gibi; düşüncelerinizi, duygularınızı, insanlığınızı size sorgulatacak. Bunlardan hariç daha neler neler gösterecek, size...
Bunlardan başka söyleyecek sözüm yok ve ben o yüzden bir an önce diğer kitaba geçiyorum.

 Nefret Oyunu

 Ocak ayının altıncı ve romantik kitabı olan Nefret Oyunu'na geldi sıra. Her ay kafamı alt üst eden mutlaka bir kitap çıktığı için; her ay kafamı dinlendiren, eğlenceli ve romantik kitaplar da okuyorum. Geçen ayın bu eğlenceli, romantik kitabı ise, Nefret Oyunu adlı bu güzellik oldu.
Nefret Oyunu
Kitabı genel hatlarıyla beğendim ama sanki kitabın ilk başları daha güzel gibiydi. Mesela bir paintball kısmı var ki, benim en çok hoşuma giden bölümüydü sanırsam. Zaten bu kısımdan sonra kitap biraz daha mizahtan çok, romantik kısıma döndü diyebilirim. Tabi mizah kısmı da vardı ama romantik kısımlar daha ağır basıyordu ve ben bu yüzden açıkçası pek de zevk alamadım çünkü ben saf romantik seven bir tip değilim. "Romantik kitaplar, kesinlikle mizahsız olmaz!" diyen bir tipim, daha çok. Ama bu demek değil ki, ben kötü bir kitap okudum. Aksine güzel bir kitaptı ve ana karakterler çok iyiydi.
Kitapta çok fazla rahatsızlık vermeyecek düzeyde cinsel içerikli kısımlar vardı. Zaten ana karakterler genelde yetişkin kişilerse; bu tür kitaplarda, bu gibi kısımlar illa ki oluyor.
Kitapta Lucinda ve Joshua adlı iki ana karakterimiz var ve kitap hakkında ki tek olumsuz görüşüm de, işte bu Joshua'nın aşırı romantik oluşudur. Zaten piyasa da böyle erkek yok ki olsa da her şekilde bir erkek için bu kadar romantiklik fazla bence!
Kitapta Lucinda'nın Joshua'dan korktuğu kısımlarda da, ne yalan adamdan ben de ürktüm biraz. Tabi benim için bir seri katil olmasa da, korkutucu bir tarafı vardı. Tabi bu da Lucinda'nın bakış açısından kaynaklandı. Çünkü Lucinda hep beni öldürecek gözüyle baktı Joshua'ya, ben ise; öldürmez ama süründürür gözüyle. 😁
Nefret Oyunu
Benim gibi, arada böyle eğlenceli kitaplar okumak isterseniz, seçebileceğiniz bir kitap.
Bu arada romantiklik konusundaki eleştirime pek takılmayın. Ben, kendim romantik biri olmadığım için bana bunlar sıkıcı ve saçma geliyor. Ben daha çok eğlence, mizah, komedi insanıyım. O yüzden romantik biriyseniz kitap tam size göre; ama benim gibi romantiklikten nasibini almamış, işin gırgırındaysanız yine seversiniz ama arada sıkılıp, burun kıvırabilirsiniz ve ben şahsen kıvırdım. Bu burun kıvırmanın ardından da benim gibi şunları söyleyebilirsiniz; "Ciddi misin? Ama bu çok saçma!" ve "Yuh Josh, bu kadar da olmaz ama! Ayağından vur dedik, sen cenaze töreni düzenledin!" gibi haklı isyanlarda bulunabilirsiniz. 😂😁😁

Dedikten ve gülüp, eğlendikten sonra geçen ayın okuduğum son kitabına geldi sıra ve o kitapla ilgili de biraz yazdıktan sonra artık ben kaçar. Zaten sanırım bu Part 2, Part 1'e kıyasla çok uzun olmayacak gibi duruyor.

Tutsak Bölüm 2 ve Güç (Gizli Çember 2)

Ocak ayında okunan son kitaba da böylelikle gelip, bu uzun ama çok uzun olan yazının da sonuna mı geldik? Bir bakayım, hakketten gelmişiz...
O zaman geçelim, geçen ay okunan son kitaba. Bu kitap aslında isminden çok seri adıyla tanınıyor ve bu kitap serisinin adı Gizli Çember'dir. Yazarı, şu dünyaca çok satan Vampir Günlükleri'nin yazarı olan L.J. Smith'tir.
Benim okuduğum bu kitap serinin ikinci ve son kitabıdır. Aslında yurtdışında bu seri üç kitap olarak yayınlanmış ama Artemis Yayınları bu seriyi iki kitapta tamamlamış. Bence böylesi daha iyi olmuş çünkü ben uzun soluklu serileri artık okuyamıyorum. Ayrıca böylesi daha iyi değil mi? İlk olarak elinizde üç kitap yerine iki kitap oluyor, okunması daha kolay oluyor ve bunlar sayesinde de bir seriyi çabucak bitirebiliyorsunuz. Zaten seri iki kitap olmasına rağmen, kitap sayfaları dört yüz falandı ve normal bir kitap boyutundan biraz daha küçüktü, hatta puntoları da buna rağmen küçük sayılmazdı.
Tutsak Bölüm 2 ve Güç (Gizli Çember 2)
Okuduğum serinin bu ikinci kitabı, orijinalinde Tutsak olan kitabın ikinci kısmı ve son kitap Güç'ün birleşmesinden oluşuyor. İlk kitabın adı ise Kabul Töreni ve Tutsak Bölüm 1 adıyla ülkemizde yayınlanmıştır.
Okuduğum bu serinin ikinci kitabı, hali hazırda bulunan serinin birinci kitabına göre daha güzeldi. Çünkü ilk kitap fantastik ve bilimkurgu serilerinde her zaman olduğu gibi daha çok yaratılan dünyayı tanıtım amaçlıydı ve bu yüzden bilgi yükleyen bir kitap olduğu için durgun bir kitaptı. Bu okuduğum kitap ise; birçok sırrın açığa çıktığı, bir çok gizemin çözüldüğü bir kitap olduğu için daha bir heyecanla ilerledi.
Ayrıca kitaptaki fantastik kısımlar kadar, gerilim kısımları da çok iyiydi. Uzun zamandır gerilim romanı okumamıştım ve bu kitabı okurken, bazı yerlerde harbi harbi gerildim. Cassie gibi ben de, iki de bir de etrafıma bakmaya başladım.
Kısaca ben bu seriye bayıldım. Arkadaşlık, dostluk, aile ve aşk konuları çok iyi işlenmişti. Bir yere ait olma duygusu da cabası... Ayrıca içinde fantastik olan tam bir lise yaşamı vardı kitapta ama bu duygusal açıdandı. Yoksa gerçek lise yaşamı konusunda her fantastik kitap gibi biraz kısırdı.
Bir de bu kitabın kapağı bir harika; gümüş ve mor! Ben her iki renginde hastasıyımdır ve bu iki renkte harika bir uyum içinde, bu kitapta muhteşem görünmüş.
Burada itiraf etmem gerekirse aslında ben bu seriyi okumaya, yıllar önce Secret Circle adında bir dizisi olduğunu bildiğim için başladım. Ama diziye gelen eleştiriler iyi olmadığı yönündeydi ve dizi sadece bir sezon yayında kalmış. Bu yüzden bir sezonluk ve yirmi iki bölümlük bir dizi...
Ben de hemen seriyi bitirir bitirmez, diziyi izledim. Dizi tam anlamıyla kitaptan çok farklı ilerledi. İyi bir uyarlama değildi. Ama buna rağmen dizi de bence çok güzeldi. Dizi ile kitap arasında farklı birçok nokta vardı ama bu diziyi hiç de kötü yapmamıştı. Gayet hoş ve güzel bir diziydi.
Dizi ikinci sezon onayını alamamış ama bu bence iyi olmuş. Çünkü dizinin son bölümünde ikinci sezona dair, biraz ipucu verilmiş ve bence o ipucundan anladığım kadarıyla ikinci sezonu batırabilirlermiş. Dizi de Adam'a bayıldım. Kitapta o kadar hoşuma gitmemişti ama dizi de ayrı bir hoş göründü gözüme ve ben dizideki Jake karakterini hiç sevemedim.
Neyse, bu kitap ve dizi hakkında söyleyeceklerim de bittiğine göre gelelim, kapanışa... 
Kapanış için ayrı bir başlık atmak istemedim, o yüzden kapanışı da bu başlık altında yapacağım.

Kendinize iyi bakın, seviliyorsunuz...

7 Şubat 2019 Perşembe

OCAK AYINDA OKUDUĞUM KİTAPLAR -PART 1- (Uzun bir yazı oldu!!!)

 Planlarınızı Kesinlikle Bozan Şey: Hastalık

Merhabalar...
Bugün size; daha önceki yazımda söz verdiğim gibi, izlediğim ve sevdiğim Japon Filmlerinden bahsedemeyeceğim, ne yazık ki! Çünkü o yazıyı yayınlarken, şubat ayına daha çok olduğunu düşünmüştüm ve ocak ayında okuduğum kitapların listesini paylaşmadan, bir başka konuyla ilgili daha yazı paylaşabileceğimi düşünmüştüm. Ama işte, hayat bu ya! Her şey planladığınız gibi gitmiyor maalesef ve bir hastalık, bütün planlarınızı alt üst ediyor.
Son yazımı yayınladıktan bir kaç gün sonra kulağımdan bir rahatsızlık geçirdim ve tüm dünyam sanki sessize alınmış gibiydi. Aslında bu sessizlik bir yerde çok güzeldi çünkü gereksiz sesleri artık duymanıza gerek yoktu. Ama yine de, çok değerli bir şeyinizin elinizden alınması hiç de hoş olmuyor, maalesef. Bu yüzden geçen zamanlarda ne kadar hastaneye gitmek istemesem de, ailem zorla beni götürdü ve doktor tedavisine başladık. İşte, bu rahatsız sebebiyle yeni bir yazı yayınlayamadım ama yine bu rahatsızlık sebebiyle bolca kitap okudum ve o yüzden Japon Filmleri konusunu daha sonralara bırakıp, size ocak ayında okuduğum yedi kitabın yorumuyla geldim. O zaman direkt başlayalım mı, ne dersiniz?

Verimli Bir Ay... Yedi Kitap...

Ocak Ayında Okunan Kitaplar
Kesinlikle geçen ay -kitap okumak açısından- verimli bir ay oldu. Daha fazla kitap okuyamaz mıydım? Okuyabilirdim ama bu listede öyle bir kitap vardı ki, üç kitaba bedeldi. Tahminen siz de biliyorsunuz, geçen yazılarımda sıkça bahsettiğim kitaplardan kendisi; Karamazov Kardeşler... Uzun bir kitaptı ve bu da geçen ay okuduğum kitap sayısından çok, sayfa sayısını arttırmış oldu. Ama bunların bir önemi yok, önemli olan kitap okumanın güzelliği ve bundan aldığınız zevk ve ben Karamazov Kardeşler'i gerçekten zevk alarak okudum.
Bunun yanında listemde; yüz sayfalık ince bir kitap da vardı, kafamı biraz yatıştırması için romantik bir kitap da vardı. Okuduğum bir fantastik seriyi bitiren devam kitabı vardı. Uzun zamandır okumak isteyip, bir türlü okuyamadığım bir kitap da listemde bulunuyordu. Ayrıca, Dan Brown'un bir kitabı ve son olarak da kitap kulübümün geçen aya ait olan kitabı vardı.
O zaman geçen ay okuduğum kitapların yorumları, okuduğum sıraya göre gelsin bakalım. İşte Ocak ayının ve 2019 yılının ilk okunan kitabı...

Başlangıç - Dan Brown

Başlangıç kitabını geçen yıl ağustos ayında, Kuşadası sahil kenarında kurulan kitap fuarından almıştım ve okumak için, açıkçası soğuk ayları bekliyordum. Çünkü daha önceki Dan Brown deneyimlerimden bildiğim kadarıyla bu yazar kış aylarında daha güzel okunuyor. Neden, bilmiyorum ama kitabın komplo teorileri, maceraları, yapboz parçaları gibi gizemleri birbirine birleştirmesi sanırım, kış aylarında daha güzel okunuyor. Tabi bir de, kışın soğuktan evde pineklemek, battaniyeyi üstüne çekip yanına da çay ya da kahve koydun mu, film tadında bir kitap okumak gibisi yoktur benim için. Zaten genelde kış aylarındaki tercihlerim ya böyle film tadında kitaplar, ya dünya klasikleri ya da dili ağır kitaplar oluyor. Çünkü kış aylarında kafanızı meşgul eden daha az şeyler oluyor. Mesela bir tatil planı olmuyor, ya da gezmeye gidilmiyor. Havalar genelde kapalı ve soğuk oluyor. Bu yüzden daha çok evde vakit geçiriliyor ve bu zamanlar kitap okumak için en iyi zamanlar oluyor. En azından benim için böyle oluyor. Sizde de böyle olduğunu düşünüyorum ama yanılıyor da olabilirim, değil mi? 😀
Konuyu dağıttım yine ve bu yüzden hemen geri dönüp, Başlangıç diyorum...

Kim olursan ol,
Neye inanırsan inan,
Çok yakında her şey değişecek...

Kitabımız arka kapak yazısı bu şekilde ve kitap bize böyle tanıtılıyor ki, Dan Brown'u bilmesem herhalde ben bu kitabı elime almazdım diye düşünüyorum. Çünkü ben kitapların arka kapak yazısının daha verimli olmasını isteyen türde bir okuyucuyum. Üç cümleyle kitap tanıtımı mı olur? Ama burada ben bir çelişkiye düşüyorum ve Dan Brown kitaplarında böyle tanıtım olur diyorum ve direkt alıyorum.
Ayrıca Dan Brown, kolay kolay kitap çıkaran bir yazar değil. Bir kitap projesi üzerinde çalışken araştırma yapan ve bu araştırması yıllar süren bir yazar. Yani onun kitabını okurken boş bir kitap okumuyorsunuz. Kitaplarının her sayfası dolu dolu oluyor. Macera kısmı ve gizem hariç, kitaplarının altında yatan birçok bilgi kapmanız ve araştırma güdünüzü kamçılamak için sizi bekliyor. Özellikle mimar ve sanat alanında yaptığı araştırmalar ve bilgi birikimi sizi hayrete uğratacak türden.
Başlangıç kitabının bir tanıtım videosu var ve buradan ulaşabiliriniz. Ayrıca kitabın arka kapak yazısı yeterli olmağı için ve kitabı merak edenler için de, Kitapyurdu Sitesi 'de ki  tanıtımına okuyabilirsiniz.
Başlangıç - Dan Brown
Başlangıç romanı ise; Profesör Robert Langdon'ın  başına gelen komplo teorileriyle gerçekler arasında yaşadıklarını anlatan kitap serisinin son yayınlanan romanıdır. Kitap daha önceki Robert Langdon kitaplarıyla aynı tattaydı, yani klasik bir Dan Brown kitabıydı. Yine harika, yine güzel ve yine efsaneydi. Sadece bu kitapta çok fazla çözülmesi gereken bilmeceler ve sırlar yoktu. Ancak kitabın başından sonuna kadar merak uyandıran bir konu vardı ki; Edmund'un buluşu neydi? Yani; "Nerden geldik, nereye gidiyoruz?"
Size şunu söyleyeyim ki; geldiğimiz yer, gideceğimiz yere göre o kadar da önemli değilmiş aslında! Esas korkunçluk, kopukluk; gideceğimiz yerde saklı, benden size söylemesi! Kitabın sonunda da, benim -şahsi olarak- gelecekte en çok korktuğum konuya değinilmiş ve ben kitaptan tam o sayfaları okurken, tüylerim diken diken oldu. Bu da zaten her zaman ki, Dan Brown etkisiydi...
Kitapta bulunan karakterlerden, Winston karakterine hep bir önyargıyla yaklaştım. Profesör Robert Langdon'a o kadar yardım etmesine rağmen, ben Winston'a karşı hep bir tetikteydim. Ama bu benden kaynaklı bir durumdu, yani biraz şahsi bir durumdu. Şöyle açıklayayım; Winston, kitapta benim genel olarak korktuğum bir şeyi temsil ediyordu. Ama bu onun iyi ya da kötü olduğu anlamına gelmez, sadece benim bir korkumu yansıttığı için o yüzden ona karşı hep bir tetikteydim. Bu konuda haklı mıyım, haksız mıyım; kitabı okuyun ve ondan sonra sizde kendi kararınızı verin.
Bunlardan hariç Kral ve Piskopos'un sırrı bana şok yaşattı diyebilirim. Böyle ağzım açık kalakaldım, kitabı okurken! 😲😲😲
Kitapta daha öncekiler gibi bir katil vardı ve bütün deliller hep Piskopos'a yönelikti ama ben Dan Brown'un tarzını bildiğim için Piskopos'tan hiç şüphelenmedim. Piskopos'un davranışlarının ardında hep başka bir şeyler olduğunu tahmin ettim ama kendisinin kitabın kötü karakteri olduğunu düşünmedim. Ayrıca bunlarda kendi düşüncelerim. Bu demek değil ki; Piskopos bir şey yapmadı. Yapmış da olabilir, kötü karakter de olabilir, kötünün kötüsü de olabilir ama olmaya da bilir! Burada spoiler vermemeye çalışıyorum (biraz zor olsa da!), idare edin.😁😁 Zaten kitabı okuduysanız biliyorsunuzdur; okumadıysanız da okuyunca öğreneceksiniz, nasıl olsa!
Kitap genel hatlarıyla böyleydi. Yine tam anlamıyla bir Dan Brown eseriydi, ben yine okurken keyif aldım, yine meraklandım ve yine şoka uğradım.

 Karamazov Kardeşler - Dostoyevski

Karamazov Kardeşler
Karamazov Kardeşler, ocak ayının ikinci okuduğum kitabı olarak listemde yer almış bulunuyor. Aslında bu kitapla ilgili söylenecek çok şey var ama zaten kendisi bir klasik eser olduğu için hakkındaki her şey, zaman içinde söylenmiş bulunuyor. Ama yine de genel hatlarıyla kitaptan bahsedecek olursam eğer, ilk olarak söyleyeceğim şey; kendileri Rus edebiyatının önemli klasik eserleri içerisinde yer alır ve yazarı Dostoyevski'dir, hani ismi çok duyulan o Rus yazarlarından...😀
Ayrıca kitabın kendisi bin sayfayı geçkindir ve bu yüzden benim ona taktığım lakapla kendileri benim "Küçük Sehpam" olur. Gerçi yandaki fotoğrafta da görüldüğü gibi, kahve fincanımı onun üstüne koymak yerine yanına koyuyorum ama olsun, sonuçta o bir eser ve ben ona zarar verecek her şeyden kaçınırım.
Karamazov Kardeşler aslında uzun zamandır, gözüm korktuğu için ertelediğim bir romandı. Sonuçta Rus edebiyatı okunması zor olan klasiklerdendir ve bu kitapların, iyi bir çeviriyle basan yayınevlerinden okunması gerektiği anlamına gelir. Bu klasikler konusunda en başarılı olan yayınevlerinden biri de Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'dır ve kendileri bu alanda artık gerçek bir efsanedir. Ben, bizzat çıkardıkları bir çok klasik eseri çok severek okudum ve Karamazov Kardeşler'de artık o eserler arasında yerini aldı. Gerçekten bir Rus edebiyatını okurken, en çok zevk aldığım kitap bu oldu diyebiliyorum.
Kitap güzeldi, hoştu; okuması zevkli ve akıcıydı; bazen merak uyandırıcı, bazen de durgundu. Ben Rus edebiyatı sevmeyen bir okuyucuyum ama yine de Karamazov Kardeşler'e hayran kaldım, öyle diyeyim. Aslında şöyle bir bakarsak; kitapta benim gereksiz sayabileceğim, uzun olan birçok konu vardı ama ismi ölümsüz olmuş bir yazarı eleştirmek beni aşıyor açıkçası. Sonuçta onun yaşadığı dönemde ben yaşamadım ve onun edindiği tecrübeleri, ben edinmedim.
Ayrıca klasik eserlerle ilgili en çok eleştiriler genelde betimlemelerin çok uzun ve ayrıntılı olması oluyor. Ama o zamanlar resim sanatı az olduğu ve fotoğraf çekmek mümkün olmadığı için bu eserler betimleme ağırlıklı oluyormuş. O yüzden bu konuya biraz anlayışla ve sabırla yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum.
Karamazov Kardeşler'i Okurken Çektiğim Eziyetler
Ayrıca Dostoyevski, harika bir roman ve yaşadığı ülkeyi eleştiren harika bir eser ortaya çıkarmış. Toplumun bütün yanlış ve doğru yönlerini kardeşlerde toplamış. Siz yazarın neyi eleştirdiğini anlamadan, aslında çoktan anlamış oluyorsunuz.  Hele bir de mahkeme ve dava eleştirileri var ki, içim yana yana okudum o sahneleri.
Kitaba adını veren, ana karakterler olan Karamazov Kardeşler'e gelirsek eğer, ben üçünü de hatta dördünü de ayrı bir sevdim. Ama gönlüm Mitya'da kaldı diyebilirim. Bütün yanlış davranışlarına rağmen, öyle saf ve temizdi ki, öylesine doğrucuydu ki, ona hayran olmadan edemedim. Tabi Mitya'nın bunun yanında kötü olan, yaptığı birçok yanlış da vardı. Ama yine de, kendini mazur gösterebildi bana...
Zaten kitaptaki karakterlerin hepsinin hemen hemen iyi yanları da, kötü yanları da vardı; baba hariç... Çünkü baba bildiğiniz kötü karakterdi, kitapta. Elle tutulur hiç bir iyilik anlayışı olmayan, bencilin tekiydi. Ama kitapta karakterler -özellikle kardeşler- siyah-beyaz ayrımında değildi, hepsi gri çizgideydi.
Karamazov Kardeşler bitti.
Yine kardeşler demişken, benim gönlüm ne kadar Mitya'da kalsa da, diğer kardeşlerde ilgimi cezp etti. Roman da en küçük kardeş olan Aleksey var ki, o da başlı başına ayrı, naif bir karakterdi ve yazar zaten kitabın başkahramanı olarak onu seçmişti. Aleksey'i size tam anlamıyla anlatamayacağımı biliyorum. Onunla kendiniz tanışmalısınız ama ortanca kardeş olan İvan'la ilgili biraz bir şeyler söyleyebilirim. Aslında İvan'ı başlarda sevmesem de, yine de kendini bir şekilde sevdirdi bana ve onun bilime, ilime ve akılcılığa olan eğilimleri gönlüme taht kurdu. Bir de son bir kardeş var ki, Smerdyakov... Kitapta belki de tam anlamıyla babaya çeken tek kardeşti; kibirli, kendini beğenmiş, kendini herkesten üstün gören bir karakter... İçten pazarlıklı ve zeki... Bu açılardan da Mitya'nın tam tersi bir karakter... Ama Smerdyakov'a da bir yerde acıyor insan. Size şunu söyleyeyim ki; kitapta bütün kötülüklerin anası aslında istisnasız, baba Fyodor Pavloviç Karamazov...
Son olarak, bu kitaptan esinlenerek çekilen ve 2010 yılında yayınlanmaya başlanan "Karadağlar" adlı bir Türk dizisi mevcut. Bu dizide başrollerde kimler mi var? Hemen sayalım; Erdal Özyağcılar, İbrahim Çelikkol, Korel Cezayirli, Burak Sağyaşar, Ahmet Rıfat Sungar ve Hatice Şendil...
Karadağlar dizisinin afişlerinden
Ben zaten Erdal Özyağcılar'a oyunculuk açısından bayılırım. Adam her projesinde harika işler başarmış, yetenekli bir oyuncu. Kendisi bu dizide Fyodor Pavloviç'i canlandırıyor ve ben bu adamı ilk defa bu dizide, kötü rolde görmüştüm. Ama hakkını vermek gerekir ki, bu rolde de harikalar ortaya çıkarmıştı.
Ben bu diziyi küçükken çok anlayamadığım zamanlarda izlemiştim ama bu dizi, tekrar izlenecek diziler listemde kendisine yer buldu. Biliyorsunuz bu aralar dizi konusunda biraz yoğun sayılırım. Özellikle Doctor Who'yu güncelde yakalamaya çalıştığım malumunuz ve geçen ay okuduğum bir kitabın dizisine de başladım. O konuda da sırası geldiğinde bahsedeceğim ama şimdilik Karamazov Kardeşler'i burada bitirip, sıradaki kitaba geçme vakti gelmiş bulunmakta.

Işık Tanrısı

Geçen ay okunan üçüncü kitaba da böylelikle geldik. Daha önceki yazılarımdan da biliyor olmalısınız ki; Işık Tanrısı benim her ay ortak bir kitap seçip, kitap kulübümle hep beraber okuduğumuz ocak ayı kitabımdı ve ben bu kitap hakkındaki yorumumu instagram hesabıma girmiştim. Dilerseniz bu bağlantıdan instagramdaki yorumumu okuyabilirsiniz ama yine de aynı yorumun biraz daha genişletilmiş halini burada sizlerle de paylaşacağım.

Işık Tanrısı
Işık Tanrısı için; biliyorsunuz ki, kitap kulübü kitabı diye diye bir hal oldum. Bu kitap kulübü çok da abartılacak bir şey değil aslında. İlk olarak @burcununkitaplari isimli instagram hesabı, bizim için her ay ortak okuyacağımız bir kitap belirliyor ve biz de bu etkinliğe katılan herkesle beraber o ay aynı kitabı okumuş oluyoruz. Bu etkinliğe gören, duyan, bilen herkes davetlidir. Sınır yok, kısıtlama yok. Ayrıca her ayda katılmak zorunda değilsiniz. İsterseniz bu ay katılıp, bir daha ki ay katılmaya da bilirisiniz.
Bu kitap kulübü konusunu bir türlü açıklığa kavuşturamadığımı düşünüp, burada kısacık böyle bir açıklama getirdimse eğer, esas konuma yöneliyorum; Işık Tanrısı...
Işık Tanrısı ve bir tane pisicik
Işık Tanrısı, ilk elli sayfasında -daha doğrusu- ilk bölümünde kafanızı bir allak bullak ediyor ve öyle bir bilgi yüklemesiyle karşı karşıya kalıyorsunuz ki, kitabı yarıda bırakmayı düşündüğünüz bile olabiliyor. Ama ben, kitap kulübünde olduğum için öyle bir şey yapmadım ve iyi ki de yapmamışım, dedim. Çünkü o ilk elli sayfadan sonra, kitap öyle bir aktı gitti ki; anlatamam. Zaten yazar, kitabı kronolojik yazmamış. İlk bölüm aslında sonlara doğru yaşanan olaylardı. Yani bu kitaba başlayıp da, yarım bırakmaz ve devam ederseniz; ilk bölümün diğer bölümlerden sonra yaşandığını ve o bölümleri okuduktan sonra ilk bölümü de anladığınızı göreceksiniz.
Ben kitabı sonlara doğru okurken, arada da ilk bölümün bir kaç yerini de tekrar okudum. Zaten kitabın akışı içinde de, bunu istemsiz yapıyorsunuz.
Ben kitabın ana karakterlerini sevdim ve Siddhartha harikaydı. Tam bir özgürlük savaşçısıydı, Sam gerçek bir kahramandı. Ama ben bunun yanında Tanrı Yama Dharma'yı ayrı bir sevdim. Neden bilmiyorum ama belki gücünden olabilir ya da bir mucit olmasından (ona mucit diyebilirim sanırım) veya zor bir kararın ortasındayken, benim onun doğru kararı verdiğini düşünmemden.
Sevdiğim ya da bazen de sevmediğim, bazen güvendiğim ve bazen de şüphelendiğim bir karakter vardı ki adı, Taraka... Taraka benim için nötr bir karakter değil, daha çok çelişkili bir karakter. Yani benim için bazen öyle, bazen böyleydi. Sanırım, Taraka için Sam de öyle düşünmüştür. Ama yine de kendisinin Sam'a yardımı çok oldu, o yüzden onu da sevebilirim. Sevgim daha ağır basıyor neticede, ne yaparsın!
Kitap; bir kaç sayfası hariç, hiç de durağan değildi. Sürekli bir hareketlilik, bir macera vardı, savaş sahneleri vardı. Yani kitapta heyecan doruklardaydı. Ayrıca kitabın sonundaki ittifak beni şaşırtsa da, Sam'ın zekasını bir kere daha takdir ettim. O gerçekten muhteşem bir savaşçı.
Demem o ki; kitap muhteşemdi ve eğer bu kitabı sizler de okuyacaksanız; başları biraz zor gelse de, devam edin, kendinizi zorlayın. Çünkü inanın pişman olmayacaksınız. Ama şu da var ki, daha önce hiç bilimkurgu tarzında bir kitap okumadıysanız, kesinlikle o türe bu kitapla başlamayın. Çünkü bu kitap sizi bilimkurgudan soğutabilecek güce sahip. Zaten kitap bilimkurgu ama fantastik kısmı da aşırı ağır basan bir romandı.
Kitabın konusuna hiç değinmediğimi biliyorum ama zaten kitabın arka kapak yazısı bunu size anlatıyor. Ben de aynı şeyleri, burada tekrarlamak istemedim açıkçası. Yukarıda kitabın arka kapağını da paylaşıyorum, oradan kitabın konusuyla ilgili bilgi alabilirsiniz. Şimdilik son bir sözle bu yazının sonuna geleceğiz. Bana diyeceksiniz ki; "Hani diğer dört kitap? Yoksa bize yalan mı söyledin?" Hayır, size yalan söylemedim. Ama bu konuyla ilgili açıklama aşağıda olacak.

Bitiyor Mu?

  Aslında bu yazıya başlarken, geçen ay okuduğum bütün kitapların yorumlarını bu yazı da girecektim. Ama bir de baktım ki; bu yazıda o kadar şey anlatmışım, kendimi yazarken o kadar durduramamışım ve bu yazıyı o kadar uzun tutmuşum ki, okurken sıkılmanız olası olacaktı. O yüzden ben de, bu yazıyı partlara ayırmaya karar verdim. Bence daha iyi olacak. Hem siz de okurken sıkılmamış olursunuz. Zaten part 2'ye dört kitap kaldı. Haklısınız, bu yazıda üç kitap var ama o yazı bu kadar uzun olmayacak tahminen. Çünkü geriye kalan diğer kitaplar hakkında bu kadar çok bahsedeceğim şeyler olacağını sanmıyorum. Olursa da ne yapalım, artık? Sıkılmamanızı ummaktan  başka...
O zaman size keyifli okumalar, bana da keyifli dinlenmeler. Kendinize iyi bakın. Seviliyorsunuz...

YAĞMURLU BİR GÜNDE YAPTIĞIM ŞEYLER